23

539 51 93
                                    

Jungkook elimi bırakmıştı. 

Gözlerim dolmuştu ve tek hissettiğimin korku olması, haftalardır Jungkook'u kaybetme korkusuyla sakladıklarımın gereksizliğini bir bir çarpıyordu yüzüme. Başladığım yerdeydim ve bizim hikayemizin başlangıcı; tüm alternatif evrenlerde aynı sonucu doğuruyordu.

Jungkook elimi tuttu. 

Şaşırmıştım. Öyle ki tüm hareket yeteneğimi kaybetmiş gibiydim. Konuşamıyordum da, tek yapabildiğim Jungkook'un elimi tutmasıyla bizi izleyen kalabalığın artan fısıltılarını duymaktı. Yavaşça etrafa göz gezdirdim. Jennie ve Taehyung da dahil herkes şaşkınlıkla bizi izliyordu. Mina ise Jungkook'un bıraktığı elimi tekrar tuttuğunu gördüğünde büyük bir kahkaha bırakmıştı gergin olan ortama. Önceden de zaman zaman akli problemleri olduğunu düşündüğüm Mina'nın artık gerçekten delirdiğini düşünüyordum.

Bu sırada Jungkook kimseye bir şey demeden, tuttuğu elimden beni çekiştirerek yürümeye başladı. Önce kalabalığın arasından geçmiş; ardından kalabalığı arkamızda bırakarak Jungkook'un arabasına doğru yürümüştük. O kadar hızlıydı ki ona yetişmeye çalışırken oldukça zorlanıyordum ancak daha da zor olan sessizliğiydi. Çenesi kasılı, kaşları çatılı ve tümüyle sessizdi. Tüm bunlar beni korkutuyordu. 

Beni götürdüğü yerde kalbimi söküp gidecek olmasından korkuyordum. Dünyamı iki kişilik bir cennete çevirdikten sonra yokluğuyla bana cehennemi armağan edip beni bırakacak olmasından korkuyordum. Elimi tutmuştu ama elimden tutarak beni onsuzluğa götürüyor olmasından ve elimi son kez tutmuş olmasından korkuyordum

Ben korkularımla baş edemeyip kendi içimde bir savaş başlatmışken o çoktan arabasına binmemizi sağlamış ve yola çıkmıştı bile. Direksiyonu sıkan ellerine baktım. Parmak boğumları beyazlamıştı. O da en az benim kadar gergindi; bunu anlayabiliyordum.

'Jungkook' dedim zorla ve kısık çıkmasını önleyemediğim sesimle. Ancak Jungkook konuşmama izin vermeyerek 'sus' demişti. 

Parmak uçlarıma kadar gergin hissettiğim sessiz ve korkunç yolculuk birbirimize aşk itirafı yaptığımız, kaçtığında geldiğini söylediği, en mutlu olduğum anlardan birine ev sahipliği yapan o tepede son bulmuştu. Burada olmamız ironik değil miydi? 

Benim için rüya olan bu yeri kabusa çevirecek olmak tüm bunları başlatan benim suçum muydu yoksa gidebileceğimiz yüzlerce yer arasından burayı seçen Jungkook'un suçu muydu?

Jungkook arabadan hızla inmiş ve tepenin ucuna doğru yürümüştü. Ben ise hemen ardından ancak ona kıyasla çok daha yavaş bir şekilde inmiş ve arkasında durmuştum. Artık gerginlikten ellerim titriyordu. Yine de sessiz kaldım, içimdeki ses onu beklemem gerektiğini söylüyordu bana. 

Kaç dakika geçti bilmiyorum -çoktan zaman kavramımı yitirmiştim- ama bir süre sonra Jungkook bana döndü. Sakinleşmiş görünüyordu. Sanki benim haftalardır sindiremediğim onca şeyi birkaç dakikada sindirmiş gibiydi.

'Hadi inkar et' dedi Jungkook tam gözlerimin içine bakarak ve büyük bir sakinlikle. Artık sakinliğinden bile korkuyordum.

'Ne' diyebildim şaşkınlığın da etkisiyle, gayri ihtiyari.

'İnkar et. Böyle bir şey yapmadım, sana intikam için yaklaşmadım de.'

Gözlerim doldu. Ağlamak istiyor ama kendimi tutuyordum.

'Sana inanacağım Lisa. Sen ne dersen ona inanacağım. O yüzden bana böyle bir şey yapmadığını söyle.'

Son cümlesinde çaresiz çıkan sesiyle ve dolu gözleriyle Jungkook gözlerimin en içine bakıyordu. Sanki orada kütüphaneye gitmeden önce bıraktığı masum sevgilisini arıyor gibiydi.

Burn Bridges -Liskook-Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin