***"bakma o kadar yüzümü eskitiyorsun şekerim, haberin olsun." dakikalardır gözümü ayırmadan izlediğimden ve bunu gizlemek için herhangi bir çaba göstermediğimden olsa gerek kafasını işinden kaldırmadan eğlenir tonlarda konuştu. bal sızdıran sesi içimde bir yerlerde polisleri ayaklandırırken gülümseyişlerin en basiti yer ediniyor dudaklarımda. bu kadar hiçbir şey yapmazken bu kadar güzel görünmesine hala alışamadım.
"ne kadar sürede fark edeceksin diye test ediyordum. sen ne anlarsın be." elimi saçımdan geçirerek oturduğum sandalyede gerinmeye, kollarımı ve bacaklarımı esnetmeye başlıyorum ve sırada gülümseyerek bileğindeki saate baktığını görüyorum. "tam olarak altı dakika kırk yedi, kırk sekiz, kırk dokuzzzz." şerefsiz değil de ne şimdi?
saatini bırakıp önündeki kağıtlara döndüğünde anlıyorum ona bulaşma süremin yine sonlandığını. son bir aydır neredeyse her gün böyle zaten. bayağı yoğun çalıştığından artık benim evime bile uğramıyor, ona gelip yatıya kalmak zorunda kalıyorum. hoş, zorunda da değilim de benim yanık gönlüm tütmeye yer arar durur o yüzden gıkımı dahi çıkarmam. yanaklarından dökülüp duran yıldız tozlarının parıltısını izlerken geçirdiğim dakikaların pahasının karşılığını bulamayacağımın farkındayım zira. bilmeden büyüler durur, içimde akıp giden tüm pınarları kurutacak kadar yakar beni, tıpkı şu an olduğu gibi.
"içecek bir şey ister misin?" hiçbir zaman tam olarak sığamadığım sandalyeden kalkarken soruyorum iki büklüm oturana. istemiyorum öyle durmasını, kaç kez tembihlememe rağmen hala karidese dönüşüyor o sandalyede. "kola kaldıysa olabilir!" diyor bana, mutfağa yönelip ikimiz için de bardak çıkarıyorum.
ve birkaç saniye sonunda en sevdiği bardaklarından birinde sunuyorum içeceğini ona. diğer elimde de kendime aldığım meyve suyu var. kabaca yaptığı topuzundan fırlamış saçlarını alelade geriye ittikten sonra minnetle açılmış gözlerini bana dikiyor. "nasıl tam zamanında yetişiyorsun hiç anlamıyorum ya." nutkum tutuluyor ancak böyle etkilerini ondan gizlemeyi iyi öğrendim. yavaşça birkaç yudum aldıktan sonra o da sandalyesinde geriye yaslanıyor. şükürler olsun.
"meslek sırrı maalesef." omuzlarımı silktim hafif dalga geçen bir surat ifadesiyle.
"aşıksın bana haberin olsun." bunun üzerine öpücük atıyorum ona gülsün diye. gülüyor. o gülünce eksik kalır mıyım? hayır, büküveriyorum dudaklarımı, dakikalardır yapmadığım şeymiş gibi yine seyre dalıyorum. muhtemelen yalnızca iki dakikalığına sırtını ve başını geriye veriyor, hatta kafasını arkasına sarkıtıyor, sonra devam etmek üzere enerjisini toplamakta. gözleri kapalı, topuzu sandalye ve sırtı arasında ezilecek kadar alçalmış. büyüleyici bir havası var ve gerçek anlamda hiçbir şey yapmıyor. çok fazla öpmek istiyorum.
hande. şu anda bir salonlu ve bir odalı evinin girişine yakın bir yerine koyduğumuz masanın kenarında aylardır hazırlanmakta olduğu dava için son hazırlığını yapıyor. masanın üzeri günlerdir dosyalarla, kağıtlarla ve çantalarla dolu. büyük olasılıkla yemeklerini başka yerlerde yedi. ya da yemedi. yarın dava tamamen sonuç bulacak bundan dolayı son bir aydır tam tempodan düştüğü olmadı. gecesini gündüzüne kattı, arada beni bile kaynattı ama her ne kadar takılsam da alnının akıyla çıkacağından eminim.
hande baladın. işi hep başından aşkın, bazen bıkkın, biraz da çapkın bir kadın. benden iki yaş büyük. nasıl tanıştık bilmiyorum. ne zaman tanıştık da bilmiyorum. kendisine sorsam kesin cevaplar ama her cevapladığında başka şeyler söylediğinden artık sormuyorum. oldukça çetin bir avukat. genç yaşında epey ilgi toplayacak kadar yeteneği ve azmi var. gurur duyuyorum onunla, uğruna savaştığı doğrular için canının ne kadar yandığını bildiğimden midir nedir en ufak bir başarısında dahi gönlümde çiçekler açtırır.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
smiles and cigarettes
Fanfictionhanzeh "if we were vampires and death was a joke we'd go out on the sidewalk and smoke and laugh at all the lovers and their plans i wouldn't feel the need to hold your hand" • oneshot