‘’Hey sen!’’
Dedi arkamdan bir ses. Aldırmadım, çünkü bana seslenecek kimsem yoktu buralarda. Aslında, hiçbir yerde olduğunu sanmıyordum.
"Sarışın Kız."
Tekrardan aynı sesi duyduğumda tereddütle arkamı döndüm. Aşağı-yukarı benim yaşlarımda, sarı ile buğday rengi arasında kalmış teni, hafif kumrala çalan sarı saçları ile harika bir birliktelik oluşturan mavi gözleri ve buradan bile anlaşılan uzun boyu ile benim bulunduğum yere doğru yürüyen birini görmeyi elbette beklemiyordum. Acaba başka bir kıza mı sesleniyor diye düşünüp yavaşça etrafıma baktım. Ama hayır, yakınlarımda sarışın bir kız yoktu. Önüme döndüğümde ise dibime girmiş olmasından dolayı şaşırmış ve tedirgin olmuştum. Bunun sonucunda da bir adım geri çekildim. Sonra da onu daha dikkatli bir şekilde incelemeye başladım. Tahminimden daha uzun boyluydu. Giymiş olduğu t-shirt’ten fışkırmış olan kasları adeta ‘ben buradayım’ diye feryat ediyordu. Dudağının üstünde küçük bir yara vardı. Fakat orada hiç de kötü durmuyordu. Böyle yakışıklı ve dikkat çeken birinin benimle ne işi olabilir merak ettim. Merak içinde gözlerine baktım. O da lafı uzatmak istemedi sanırım ki bir anda ‘’Sevgilim olur musun?’’ diye bir soruyla karşılaştım. Beynim bu soruyu algıladığı anda da tokadım yanağında patladı. Bir an için neden tokat atmak yerine teklifini kabul etmediğimi düşündüm. Sonuçta yalnızlığın kitabını yazan biri olaraktan böylesine birinin böyle bir teklifini kabul etmemek gerçekten akıl kârı değildi. Fakat ne yazıktır ki insanlara hemen güvenmemem gerektiğini çok acı bir şekilde öğrenmiştim. Bu yüzden yaptığımla gurur duyuyordum. Peki ama neden karşısında dikilmeye devam ediyordum? Ayaklarıma ilerle emrini veriyordum vermesine, fakat emrimi yerine getirmek yerine hiç kımıldamıyorlardı. Kafamı yüzünü tekrardan görebilmek için kaldırdığımda dudaklarının kıpırdıyor olduğunu gördüm.
‘’Hey sana diyorum duymuyor musun? Durumum vahim, teklifimi hemen kabul et ve olayı sormadan sevgilim ol."
"Sen beni ne sandın be?! Ne düşünüyorsun? Hiç tanımadan seninle çıkacağımı falan mı?"
Yüzünde hafif bir gülümseme belirdi. Ama sonra yüzü ciddi haline geri döndü.
"Adım Baran. Eğer sen de adını söylersen tanışmış olacağız."
Nefesimin, içimdeki öfkeye rağmen sakin ve yavaş bir şekilde havaya karışmasına izin verdim.
"Adım Alara. Şimdi lütfen sesini kes ve evime gitmeme izin ver.’’
Arkamı döndüm. Fakat daha bir adım bile atamadan kolumda hissettiğim baskı ile tekrardan Baran’a dönmek zorunda kaldım.
"Bak gerçekten zor durumdayım. Benimle çok acil sevgili olman gerek.’’
"Zor durumda olduğuna emin misin? Senden daha kötü durumda olanlar var. Şimdi lütfen kes sesini. Ve emin ol, ben senden çok daha kötü durumdayım. Halletmem gereken bir sürü iş var. Ama sen gelmiş beni oyalıyorsun. Lütfen kendine uğraşacak başka bir kız bul."
Sıkılgan ve biraz da üzgün bir tavırla konuşmaya başladı.
"Bak sana olayı açıklıyorum. Lütfen beni dinle. Ve birbirlerimizin yarasına yara bandı olmamıza izin ver. Bana senden başka kimse iyi gelmez."
Açıkça söylemek gerekirse söyledikleri hoşuma gitmişti. Uzun bir süredir kimse bana bu kadar tatlı sözler söylemiyordu. Fakat tabii ki bunu ona belli etmedim.
"Ah, sadece beş dakika.’’
"Belki sözlerime inanmaya bilirsin. Ama lütfen beni kesmeden dinle. Babam tam bir manyak. Ciddi anlamda, tam bir ruh hastası. Annemle kavga ettiler ve onu vurmaya kalktı. Ben de anneme bir şey olacak korkusuyla babamı vurup kaçtım. Tamam şimdi senin gibi belalıya neden yardım edeyim diyebilirsin. Ama güçlü kalmam için iki kola ihtiyacım var. Eğer solunun en sonunu bana layık görürsen beni kabul et."
Ağlamaya başladım. Yoksa ben de tutunacak direğimi mi bulmuştum? İyi ama bu işler bu kadar çabuk mu oluyordu? Bir insana güvenmek için belli zaman geçmesi gerekmez miydi? Özellikle de benim gibi biri için. Normalde asla kabul etmezdim fakat cebimde şu an ne param vardı, ne de kalacak bir yerim. Kimseye bir şey demeden çekip gitmiştim ve İstanbul'un boş sokaklarında kime ne olacağı bilinmezdi. Sarhoşu, köpeği, sapığı... Birçok şeyle karşılaşılabilirdi. Bu yüzden onunla gitmem gerekiyordu. Nedeni bilinmez, onun bana zarar vermeyeceğine inanıyordum. Eğer sorarsanız ‘sana zarar vermeyeceğine nasıl bu kadar çabuk inandın?’ diye. Emin olun, biliyorum. Biraz garip olacak ama zengin bir ailenin çocuğu gibi duruyordu. Temiz aile çocuğuna benzediği için biraz da olsa güvenmiştim. Ama ileride önüme neler çıkacağı bilinmezdi. Sanki okyanus mavisi gözlerinde huzur bulmuş gibiydim. O kollarında kendimi koruyabilecekmişim gibi duruyordu. Hem, hadi diyelim bir şey oldu. Zor durumlar için çantama koyduğum biber gazı ile kendimi koruyabilirdim. Fakat içimden bir ses, biber gazını gerek duymayacağımı söylüyordu. Sanırım o cılız sese inanmak istiyordum. Baran tedirgin bir ifadeyle yüzümü ellerinin arasına aldı.
"Lütfen ağlama. Bunu kötü bir şey olarak görüyorsan söyle çekileyim. Emin ol, sana bir daha bulaşmam."
Kollarına sıkı sıkı tutundum. Ağlamam dinmek yerine artmıştı. Güçlükle konuşabildim.
"Bana yardım et!" Tek diyebildiğim şey olmuştu. Artık bu sessiz sokakta inleyen bir ses vardı.
"BANA YARDIM ET "Düzenlenmiş bölümle karşı karşıyasınız. Iyi okumalar. Bana yardımcı olan @kubrakadi arkadaşıma çok teşekkür ediyorum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SIRRIMA AŞIK OLUR MUSUN? #Wattys2016
Novela JuvenilGünden güne kayboluyordu kız. Kendi acısında yanıp kavruluyordu. Kim isterdi ki böyle yaşamayı? Babasız, annesiz... Yoktu onun hayatında kimsesi. Eğer nefes almak yaşamaksa, evet yaşıyordu o da. Eğer bu yaşamak sayılıyorsa. Bu kadar mutlu gezenlere...