"Kızım, kahvaltıya gelmeyecek misin?"
Kapı kolunu bırakmadan kafasını uzattı Kiraz teyze. Beni bir haftadır ısrarla her sabah kahvaltıya çağırıyor, bense ısrarla onu geri çeviriyordum.Hala çok utandığımdan yemekler odama geliyordu. Odanın içinde hapis hayatını layık görmüştüm bu yüzden kendime. Sanki bu odadan dışarı çıkmazsam hiçbir şey olmayacak, herkes huzur bulacakmış gibi hissediyordum.
Her günümse birbirinin aynı olan ardışık işlerle geçiyordu. Dolunay'ı emzir, altını değiştir, banyo yaptır, üzerini değiştir, oyna, hikaye kartları anlat, kitap oku, uyu, uyan, yeniden aynı şeyler...
Kızlar ortada görünmüyordu. Neden görünmediklerini bana bakmak için bahane arayan Lütfiye teyzeden öğrendim. Cesur, benim hasta olduğumu söyleyerek kızları bir haftalığına yaz kampına göndermişti.
O da dahil herkes melankolik ruh halimin sebebini bildiği halde bunu görmezlikten geliyordu. Annem gün aşırı yanıma geliyor, havadan sudan konuşuyor; babam da onunla birlikte gelerek eski çalıştığım hastanenin fizyoterapist alımlarından bahsedip duruyordu.
Durum vahimdi; çünkü yine kendime zarar vereceğimi düşünüyorlar ve yine bir unutturma psikolojisi içine çekiyorlardı beni. Bıraksalar da acımı yaşasam daha iyi gelecekti bana. İş bulmak, gezmek, konuşmak bana iyi gelmiyordu işte.
Sadece Fatih gerçek hayattan konuşuyordu. Atilla'nın durumunu bana aktarıyor, Füsun'la ilgili bulamadıklarını ama tahmin ettiklerini benimle paylaşıyordu.
Ona göre her birinin benimle dolaylı olarak görülmemiş bir hesabı vardı. Cesur'un, Füsun'un, yemekteki Güliz denilen kadının... Sebebini o da ben de bilmiyoruz ama yüksek ihtimalle Atilla ile ilgili gibi.
Atilla'nın vurulmadan önce söylediği son şeyi kendime sakladım. Bunu Fatih'e bile söyleyemezdim. Bir diken gibi vücuduma batacak olan gerçekleri öğrenmeye henüz hazır değildim çünkü. Hem bahsettiği kutunun bir tuzak olup olmadığından da emin değildim. Atilla'nın son yaptıklarına bakınca bana zarar verip vermeyeceğinden de emin olamıyordum.
Bunun için Atilla'nın uyanmasını beklemeliydim. Kendisi hala yoğun bakımdaydı. Ne gitmeye ne de aramaya cesaretim vardı. Gerçi benim yerime Fatih hallediyordu zaten bunu.
Cesur'a gelince; o günden sonra bir daha benimle hiç yakınlaşmadı. Göğüslerimdeki ağrılar geçti, Dolunay yeniden emdi ama onunla aramıza görünmez, dev bir duvar örüldü. Hatta aynı evin içinde iki yabancı gibi birbirimizi görmemek için köşe kapmaca oynuyorduk. Bu bana kendimi suçlu hissettiriyordu. Bu defa sanki ben onu yıkmışım gibi. Oysa buradaki en savunmasız olan bendim.
Birkaç kere konuşmak istedim fakat sonra bunu istediğimden de emin olamayınca vazgeçtim. Hem ne diyecektim ki...
Eski karısı tarafından tuzağa düşürülmüş, sonra da beni kurtarmaya gelmiş adama karşı eski kocamı savunmuş ve sırf onun söylediği, gerçekliğinden emin olmadığım sözlere dayanarak onu yargılamış biri ne diyebilirdi ki...
Daha önce kimseye bile isteye zarar vermeyen biri olarak berbat hissediyordum kendimi. Kelimenin tam anlamıyla yaşarken bitkisel hayata girmiştim. Solunum ve dolaşım faaliyetleri dışında yaşamıyor gibiydim. Bu hissi atlatmam zor olacaktı biliyordum; çünkü bu hissi çok iyi tanıyordum.
Kiraz teyze kahvaltı tepsisini önüme bırakmış gidiyordu ki onu durdurdum.
"Kiraz teyze, sevdiğin birilerinin sana doğruyu söylemediğini, bir şeyler sakladığını bile bile hiçbir şey olmamış gibi yaşayabilir miydin?"
Kiraz teyze gülümsedi. Kapının kolunu bırakıp içer girdi ve kapıyı kapattı. Sonra yanıma gelip yatağa oturdu.
"Sana kimseye anlatmadığım bir şey anlatayım o halde. Sorunun cevabını sen ver." Gözlerimle onayladım onu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Görevimiz Mutluluk
RomanceBebeğini kaybeden acılı bir anne ve bebeğine süt anne arayan terk edilmiş bir babanın aşk ve ihanetlerle çevrelenmiş sıra dışı sürprizlerle dolu hayat hikayesi. "Hiçbir şey göründüğü gibi değildir." Keyifli okumalar...