Odamda, krem rengi halının üstünde oturmuş, sırtımı Poyraz'ın yatağına vermiş halde sağa sola sallanıyordum. Beynim iflas etmişti. Var olan az buçuk beyin hücrelerimde yanmıştı. Kalan hücrelerim, yananları el arabalarıyla çöplüğe taşırken, onun gıcırtısını bile duyabiliyor haldeydim.
"Uyuşturucu satıyormuş." Halıya bakarak konuştum. Bunları konuşabilecek kimsem o derece yoktu ki, halıyla konuşacaktım işte. "Bildiğin uyuşturucu. Bildiğin suç listelerinin başında gelen şey... Yanında silah vardı, bildiğin silah, bildiğin namlusu falan olanından, adam öldürenden, kadın da öldürenden."
Çok mantıklıydı değil mi? Cem'i yakalayıp dövdüğü zamanki sakinliği, antrenmanlı, rahat hareketleri. Saatlerce kayboluşları, derslerde hep yorgun olup uyuması... Güçlü karakteri, korkunç aurası, her zaman net, kendimden emin çıkan gür sesi. Basketbol oynarken insanların arasından uçup gidişi... Olduğu yerdeki her şeyi analiz edebilmesi, karşısındakinin hareketlerini tahmin edebilmesi... Bu özelliklere tehlikeli bir hayat yaşayan birisinin sahip olması oldukça mantıklıydı. Kimseyi kendine gereğinden fazla yaklaştırmayışı, sertliği, ketumluğu, bunlar dünyasını kendisine saklayan birisinin davranışlarıydı. Hepsi yerine oturuyordu şimdi.
Ellerimle saçlarımı arkaya doğru ittirip nefesimi verdim. Birileriyle dertleşmek istiyordum, özellikle mümkünse Mert'le. Beni şu anda koşarak ve ağlayarak gidip Mert'in kapısını çalmaktan alı koyan tek şey, ağzımı bıçak açmaması gerektiğini bilmemdi.
Poyraz'ın söylemeden önce bana güvenip güvenemeyeceğini anlamak istermiş gibi bakışı, yerimden bile kıpırdamamı engelleyecek kadar etkiliydi. Bana yasadışı işler yaptığını söylerken, sahip olduğu tüm güveni kullanmış olmalıydı. Eğer söylemeseydi bilmemin imkânı yoktu. Bana güvenini, sırf kendimi tuhaf hissediyorum diye sır olan bir şeyi ortalığa saçarak boşa çıkarmam mümkün değildi.
Uzun süre düşündükten sonra Nilay'ı arayıp havadan sudan sohbet etmeye karar verdim. Ne zaman canım sıkkın olsa beni bir şekilde güldürür, söylenmesi gereken doğru şeyi hep bilirdi. Bizimkinin hemen karşısındaki villada oturan, kendimi bildim bileli tanıdığım en yakın arkadaşımdı.
"Alo?" dedim telefon açıldığı gibi.
"Ya bir rahat dur! Alo?" Arkada küçük kardeşinin bağırıp ağladığını durabiliyordum.
"Ne yapıyorsun?" diye sordum bugünkü en iyi arkadaşım olan halının kenarındaki püskülle oynayarak.
"Ya bebeğim işim var şu an, seni bir-iki saate ararım tamam mı?"
"Ha, peki, görüşürüz canım." Telefonumu kapattım ve halıya döndüm.
"Baş başa kaldık."
Halıya bakarken gözüm odanın içine kaydı ve odayı incelemeye başladım.
Haftalardır, bu odada Poyraz'la ne kadar çok anım olduğunu fark ettim. İyisiyle kötüsüyle anılarımız olmuştu. Kavgalarımız olmuştu, odadaki küçük televizyonda beraber futbol maçı izlediğimiz de olmuştu, pembe dizi izlediğimiz de olmuştu. Gizli gizli mutfaktan yemek aşırdığında bana verdiği de olmuştu, sınav sorularını gördüğümde ona söylediğim de olmuştu. Anneme sinirlenip bağırırken beni o rahatlatmıştı. Banyodan çıkarken düştüğünde ise onu ben kaldırmıştım.
Odaya baktığım zaman her karede onu görebiliyordum, mavi gözlerini, beyaz teninin hareket edişini, kaslarının kasılışını, gülerken gözlerinin kenarında olan kırışıklığı, dudağının sağındaki beni. Her yere o sinmiş gibiydi, hatta kokusu bile sinmişti odaya. Kalkıp yastığımı kokladım, geçen gün yastığımı kafasına fırlattığımda karışmıştı yastıklarımız. Yastığım Poyraz'ın parfümü kokuyordu. Bu kadar ki alışmıştım ona, onun kokusuyla bile uyumuştum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DEVRİM- Erkek Lisesinde Tek Kız
Genç KurguDevrim Altun. Bu benim. Devrim ismini hakkıyla taşıyorum çünkü 'devrim' sayılabilecek işlere imza attığım söylenebilir. Mesela, yatılı bir erkek kolejindeki tek kızım. Mesela oda arkadaşım bir erkek, en değişiğinden, yakışıklısından, üstelik yavaş y...