Soğuk bir kış gününün, acımasız bir akşamıydı. Siyah saçlı genç köprünün korkuluklarına sırtını yaslamış, soğuktan kızarmış burnu ve yanaklarıyla kar tanelerinin uyum içerisinde yere hücum edişini izliyordu. Ne kadar da güzeldi, birbirleriyle temas halinde bulunmadan eşsiz bir ahenkle süzülüşleri... Duraksadı birkaç saniye, derin bir nefes aldı. Ciğerlerine dolan soğuk hava, öksürmesine neden olmuştu. Hastalıklara çok müsait bir bedeni vardı. Zihni demirden olsa da bedeni camdandı, kırılabilirdi. Yine de bunun yüzünden kendini mahrum edemezdi, güzel bir kış akşamından. Zaten güzel olan şeylere sahip olmak için ağır bedeller ödenmez miydi hep?
Yaklaşık 1-2 saat geçmişti, hâlâ burdaydı genç. Neyi bekliyordu bilmiyordu ama gitmemek için yalvarıyordu her bir hücresi. Gitmesi gerektiğini dile getiren zihnine savaş açıyordu vücudu. Arkasını döndü usulca, nehire baktı. Muhtemelen nehri de alıp götürecekti acımasız soğuk, donduracaktı. Bu denli soğuk bir havada, düşüncelerinin sıcağında erirken kulağına dolan sesle kafasını sesin geldiği yöne çevirdi. Koyu renkte saçları olan bir adamdı bu, bir şeyler mırıldanıyordu kendince. Bakışlarını çekmek istese de bu saatte ve bu havada burada olan birinin ne yapacağını merak etmişti. Kendisi gibi koyu renkli saçlara sahip olan adam, yüzünü nehire döndü. Korkuluklara tutunmuştu hayatı buna bağlıymışcasına. Anlam verememişti, morun eşsiz tonlarındaki gözlerini dikmiş merakla izliyordu. İlk olarak ince korkulukların üzerine çıktı adam, daha sonra açtı kollarını iki yana. Kaşları çatıldı siyah saçlının, yürümeye başladı köprünün diğer tarafına. Yanına gelince durdu ve tekrardan sırtını yasladı. İfadesini inceledi, kendisine bakmaya tenezzül etmeyen adamın. Uzaklara bakıyordu, çok uzaklara. Gözlerin göremeyeceği bir uzaklıktı bu, ama o görüyordu. Ruhu gözlerinde hayat bulmuş ve istediği şeyi arıyordu. Boş görünen, dolu bakışlardı bunlar. Uzaktan anlamsız ve bir o kadar aptalca, yakından derin ve de bir o kadar zekice. O da baktı uzaklara, onun kadar olmasa da uzaklara işte... Zekice, kelimesini düşündü. Bakışlar zeki olabilir miydi hiç? Tekrardan döndü kahverengi gözlere. Evet, bakışlar zeki olabilirdi. Dudakları aralandı ama bir şey diyemedi. Sustu kaldı öylece, ne demeliydi? Ne sormalıydı? Veya şuan konuşmalı mıydı? Bilemedi. Kendisine dönen bakışların verdiği hareketlenme ile irkildi, mor gözlerin sahibi. Düşüncelerinden çıkıp bakışlara karşılık verdi. Bu sefer kahverengili bir şeyler söylemeye yeltendi.