Yaz tatilinde yapmak isteyeceğim en son şeydi bir okulu daha havaya uçurmak. Hayhat, Haziran ayının ilk haftası, Pazartesi sabahı, annemle arabamızı New York'un Doğu Yakası'nda 81. Sokak'taki Goode Lisesi' nin önüne park etmiştik ki gerisi çorap söküğü gibi geldi.
Goode Lisesi, Doğu Irmağı'na bakan kocaman, kahverengi tuğlalı bir binaydı. Önüne de bir sürü gıcır gıcır BMW ve Lincoln araba park etmişti. Lisenin girişindeki fiyakalı taş kemere bakarken, acaba buradan atılmam ne kadar sürecek, diye düşündüm.
Annem " Rahatla biraz, " dediyse de onun da pek rahat olduğu söylenemezdi. " Altı üstü bir alıştırma gezisi bu, okulu tanıtacaklar. Hem unutma hayatım, burası Paul'ün okulu. O yüzden şey yapma... anla işte. "
" Burayı yıkıp geçme diyorsun yani? "
" Evet. "
Paul Blofis, yani annemin erkek arkadaşı, lisenin girişinde duruyor, bu senenin dokuzuncu sınıf öğrencilerini onlar daha basamaklardan çıkarken karşılıyordu. Yarısına ak düşmüş saçları, kot pantolonu ve deri ceketiyle hocadan çok dizi oyuncusuna benziyordu; ama adam Basbayağı Edebiyat hocasıydı işte. Goode Lisesi yöneticilerini, bugüne dek girdiğim her okuldan atılmama rağmen, beni dokuzuncu sınıfa kabul etmeye ikna edebilmişti. Adamcağızı uyarayım dedim, pek akıllıca değil bu iş dedim, ama dinlemedi.
Anneme baktım. " Hakkımdaki gerçeği ona söylemedin, değil mi? "
Annem direksiyon simidini tutan parmaklarını endişeyle oynatmaya başladı. O da bir iş mülakatı için giyinip kuşanmıştı; üstünde en güzel mavi elbisesi ve yüksek topuklu ayakkabıları vardı.
" Bence bu iş için biraz bekleyelim..." diye itiraf etti.
" ...ki adamı kaçırmayalım, " diye ekledim.
" Eminim alıştırma gezisi çok güzel geçecek Percy. Hepi topu bir gününü alacak."
" Aman ne güzel, " diye geveledim. " Daha sömestr başlamadan okuldan atılabilirim böylece. "
" Oģlum, biraz olumlu bakmaya çalış. Bak yarın kampa gideceksin! Bu geziden sonra da randevun var..."
" Anne! Ne randevusu! " diye itiraz ettim. " Annabeth'le buluşacağız sadece. Aman yahu! "
" Sırf seninle buluşmak için ta kamptan buraya geliyor."
" Eee, ne olmuş? "
" Sonra sinemaya gideceksiniz."
" Eee, evet? "
" Yalnız ikiniz. "
" Anne! "
Tamam pes ettim dercesine kaldırdı ama gülmemek için kendini zor tutuyordu, biliyordum. " Haydi, okula git canım. Akşam görüşürüz. "
Tam çıkacaktım ki okulun merdivenlerine baktım. Paul Blofis, kıvır kıvır kızıl saçları olan bir kıza merhaba diyordu. Kız vişne çürüğü renginde bir tişört, boya kalemleriyle süslenmiş yırtık pırtık bir kot giymişti. Hafif dönünce yüzünü yarım yamalak da olsa gördüm ve tüylerim diken diken oldu.
Annem " Percy? " diye seslendi. " Ne oldu? "
" Hi-hi-hiç, " dedim kekeleyerek. " Okulun yandan girişi var mı? "
" Sağdaki sokaktan. Hayırdır, ne oldu? "
" Sonra görüşürüz. "
Annem bir şey diyecek oldu fakat hemen arabadan çıkıp koşmaya başladım, o kızıl saçlı kız beni görmez diye umuyordum.
Onun burada ne işi vardı? Hani tamam, talihsizdim ama böylesine de pes doğrusu.
Evet, doğru. Kem talihim daha da kemleşecek, daha da kötüleşecekti.Alıştırma gezisine giriş de çok iyi gitmedi. Morlu beyazlı üniformalar kuşanmış iki ponpon kız, yan girişte duruyor, okula yeni gelenlere pusu kurmuş, bekliyorlardı.
" Merhaba! " deyip gülümsediler; hemen o anladım ki bu kızlar ilk ve son kez bana bu kadar dost canlısı davranacaklardı. Kızlardan biri sarışın ve buz mavisi gözlüydü. Diğeri siyahi bir kızdı, saçları Medusa'nın saçları gibi ( bu benzetmeyi yapabilecek bilgiye sahibim, inanın ) , yılan şeklinde birbirine dolanmıştı. İkisinin de adları al yazısıyla üniformalarının üzerine işlenmişti ama işte bendeki disleksi denen illet sağ olsun, yazıyı okuyamıyordum, sanki orada yazı yerine karmakarışık bir spagetti duruyordu.
" Goode Lisesi'ne hoş geldin, " dedi sarışın kız. " Öyle seveceksin ki burayı. "
Aslında, beni tepeden tırnağa süzerken yüzünde yuh, bu ezikte kim böyle dercesine bir ifade vardı.
Diğer kız huzursuzluk verecek kadar yakınıma geldi. Üniformasına işli yazıyı şöyle böyle seçebildim: Kelli. Gül kokuyordu kız, bir de kamptan hatırladığım bir başka koku vardı üstünde: yeni yıkanmış at kokusu. Ponpon kızlar böyle tuhaf kokar mıydı yahu? Belki atı yahut midillisi vardır, diye düşündüm. Her neyse, o kadar yakınıma gelince beni basamaklardan itmeye hazırlanıyor diye düşündüm.
" Senin adın ne bakalım balık? "
" Balık mı? "
" Eee... Alık diyecektim, yeni gelenlere burda öyle denir. "
" Ha, Percy? "
Kızlar birbirlerine baktılar.
" Hah, Percy Jackson, " dedi sarışın Kız. " Bizde seni bekliyorduk."
Neler olacağının farkında değildim.