bir kıyamet akşamı, sordu doğan güneş
yağan yağmur, açan çiçekler, ölen tabiat
mutlu musun dediklerinde
bir kahkaha gözyaşlarımda
ancak yazın yağan kar kadar
düşen cehennem sıcağına
bir can doğurdu ana, hayat doğdu
yeni bir başlangıç, ilk sayfası bir kitabın
ilk dizeleri belki de
asla anlaşılmayacak bir şiirin
gözlerindeki ölüm değil, donuk bir ölüm arzusu
gelecek boyunca, adımlarıyla birlikte büyüyen
çocuk, genç, yaşlanan can
sorduğunda bir kıyamet akşamı
yalnız mısın diye, anlayan bir sesle
ancak bir balığın anlayabileceği kadar toprağı
evet demekten başka çare var mıydı
yalnız değilim,
tıpkı kara göklerde
eşini kaybetmiş bir karganın yüreği misali
harcıyorum, onurlandırdığım kimsesizliği
kelebek şakıdığında avuçlarımda
tam da sevdiğinde hayatı
ömrü ne kadar da kısaydı
asırlar süren, sessiz isyanlara kıyasla
bir kıyamet akşamında
işte o zaman yaratıldı, yarattık dünyayı
aynı toplumda, anlaşmaya çalışarak
konuşarak farklı dilleri, aynı manzarada
göremezken aynı denizi
buldum hepinizi, kaybettiğimde, terk ettiğimde
ve sevdim kendimi, kabul ettim şefkatle
mapushanelerimdeki kayıpları,
soğuk ellerimi, bir ayaz gibi yakan
gözlerimden yansıyan nefreti
sevgi gibi kandıran
affettiğimde asla affedememişliğimi
tam da o an, öğrendim yaşamayı
anladım hayatı son bulduğunda
bir kıyamet akşamı