26

553 56 79
                                    

Aşık olduktan sonra aşık olduğun insandan başka hiç bir şeyin seni tam olarak mutlu edemediğini öğrenmiştim. O yoksa bir tarafım hep eksikti. Onsuzluk başlı başına korkunç bir şeyken bir de onun benden nefret ettiği gerçeği çarpıp duruyordu suratıma.

Beni dinlemiyordu, beni görmek istemiyordu çünkü bana kırgındı. Gözü sadece kendi kırgınlığını görüyordu; benim ona olan aşkımın farkında bile değildi ya da ne kadar acı çektiğimi göremiyordu. Kendiyle o kadar meşguldü ki başta ben olmak üzere etrafındaki herkese karşı kapatmıştı kendini. Jennie'den öğrendiğim kadarıyla kimseyle konuşmuyordu, konuşmaya zorlandığında ise en yakınlarını bile tersliyordu. Bulunduğu her ortamda somurtuyordu. Ona bu kadar acı verdiğimi bilmek bile başlı başına yakıyordu canımı. Bana bu kadar aşık olduğunu görmek içten içe mutlu etse de bu halde olmamızın sebebinin ben olduğu bilmek karnıma yumruk yemişim gibi hissettiriyordu.

Oysa biliyordum en az benim olduğu kadar onun da ihtiyacı vardı benimle konuşmaya, beni anlamaya. Ona gerçekten aşık olduğumu anlamaya ihtiyacı vardı. Eminim o zaman her şey onun için de daha kolay olacaktı.

Tabi bunlar için önce onun sınırları içine girebilmeliydim. 

Bunun içinse acilen bir şeyler yapmalıydım yoksa ya onu kaybedecektim ya da kendimi. Yatağımda uzanmış tavanı izliyordum. Ne yapmalıydım? Jungkook'u bir depoya kilitleyip konuşma fikri en aklıma yatan fikir olmakla beraber; kendimizi asansörde bırakmak, hastalanmış numarası yapıp onu hastaneye çağırdıktan sonra hasta odasına kilitlemek, bileklerimizi birbirine kelepçelemek gibi çok yaratıcı fikirlerim vardı ancak bunların  hepsinin sonunda bana daha çok sinirlenme ihtimali çok yüksekti.

Belki de onun beni kıskanmasını sağlamalıydım. 

'Saçmalama' diye söylendim kendi kendime.

Belki de okulun megafonundan falan ona aşkımı ilan edip özür dilemeliydim. Hem bu sefer beni duymamak, dinlememek gibi seçenekleri olamazdı.

Hayır, cidden saçmalıyordum artık. Oldu olacak çatıya çıkıp intihar etmekle tehdit et Lisa diye düşünerek ağlanacak halime gülmeye başladım. Gerçekten delirdiğimi düşünmeye başlamıştım.

Ben yatakta uzanmış öylece tavanı izlerken nereye fırlattığımı bilmediğim telefonumun zil sesi doldurdu odamı. İstemeyerek ayaklandım ve arayana baktım. Tabi ki arayan kişi beni şaşırtmamıştı.

'Efendim Jennie' dedim göz devirerek.

'Acilen buraya gelmelisin Lisa' dedi arkasındaki gürültü yüzünden oldukça yüksek sesle konuşan en yakın arkadaşım.

'Saatten haberin var mı acaba senin? Birazdan uyuyacağım' dedim yalan söyleyerek. Uyumayacak, muhtemelen saatlerce Jungkook'a kendimi nasıl affettirebileceğimi düşünecektim ama bu, saatin bir hayli geç olduğu gerçeğini değiştirmiyordu.

'Jungkook burada! Tae'nin zoruyla gelmiş ve somurtarak oturup kimseye yüz vermemesine rağmen yanına uğrayan kızların sayısını bilseydin ışınlanmayı bulurdun.' 

Jennie'nin cümlesi bitmeden yattığım yerde doğrularak yatakta oturur pozisyona geçmiştim. Sebebini çözemesem de kalbim hızlanmış; karnımda garip bir his kendini belli etmişti. Ellerimi saçlarımı daldırarak yüzüme gelen saçları arkaya atarak Jennie'yi cevapladım.

'Konumu mesaj olarak atarsın.' 

Cevap vermesini beklemeden telefonu kapatıp hazırlanmaya başladım. Hazırlanmam ya da taksiyle Jennie'nin attığı konuma gelmem kaç dakika sürmüştü emin değildim ama çok uzun sürmediğine yemin edebilirdim.

Yüksek müzikli ve oldukça ağır alkol kokan mekana girmiş ve içeri ilerlemeden bizimkilerin oturduğu yeri görme amacıyla mekandaki masaları taramıştım. Çok geçmeden onları gördüğümdeyse direkt yanlarına yürümeye başladım. 

Burn Bridges -Liskook-Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin