Neredeyse eve varmak üzereydik. Chan'ı görmek üzereydim. Çok heyecanlıydım. Rakonto Pri Vero 3 de artık bizdeydi. Hala tüm bunların gerçek olduğuna inanamıyordum. O gece saraydan kaçtığımdan beri hayatım asla düşünemeyeceğim yönlerde değişti.
Rosalie son zamanlarda hiç iyi görünmüyor. Yanına gitsem de bir sorun olmadığını, sadece yalnız kalmak istediğini söylüyor. Geceleri uyuyamadığını biliyorum. Bazen gece yarısı onu dalgaları izlerken görüyorum. Ve sürekli yanında beyaz bir gülle kırmızı bir zambak taşıyor.
Oldukça tuhaf. Şimdiye kadar ikisinin de kuruması gerekirdi. Ama çiçekler her an solabilecek ya da her an kök salıp büyüyebilecekmiş gibi görünüyor.
Elanor da ne kadar mutlu olursa olsun endişeliydi. Hoseok ile ne yapması gerektiğini bilmiyordu. Keşke ona tavsiye verebilsem de acsını hafifletebilsem. Bu savaşta oğlunun zarar görmesini istemiyordu, savaşı başlatanlardan biri o olsa da...
Maven ise genelde sessiz biriydi. Denizin mavi dalgaları, cam mavisi gözlerine yansıyordu. Siyah saçları tıpkı benimkiler gibi nemden dalgalanıyordu.
Saçlarım... Aldığım her nefes bir hediyeydi. Ölmüş ve Selene sayesinde geri gelmiştim. Canımın ne kadar acıdığını hatırladıkça tüylerim diken diken oluyor.
Her şeyin bitmesine çok az kalmıştı. Sonunda eve, Chan'a kavuşup savaşı bitirecektik. Chan'ı o kadar çok özledim ki yüzyıllar boyunca nasıl onsuz yaşayabildiğimi merak ettim.
Çok az kalmıştı artık. Ama içimde bir yerdeki ses hala yapılması gereken şeyler olduğunu söylüyordu. Bu düşünce beni elimde olmadan korkutuyordu.
Haşin dalgaların sallantısında uyumaya alışmıştım. Etrafı aydınlatan mumun titrek ateşini üfleyip gözlerimi kapattım.
Bugün de Chan'ı rüyalarımda göreceğimi biliyordum. Ama bu şekilde değil...
Etraf karanlıktı. Ve soğuk. Eski, siyah sert taşlarla çevrili kasvetli bir yerdi. Burası bir zindan mı? Başındaki kara taçla Alexis oradaydı. Hoseok da. Ve onların yanında olmasını asla istemediğim biri daha vardı, Chan.
Kıyafetleri yırtılmış, her tarafından kan akıyor. Baygın bir halde iki kolundan duvara zincinlenmiş. Yaraları çok ağır ve zar zor nefes alıyor.
Alexis ise elinde bir kılıç tutuyor. Gümüş kılıcın üstündeki gül işlemeleri karanlıkta bile parlıyor. Kılıç nedense çok tanıdık. Ve Alexis yavaşça Chan'a doğru yürümeye başlıyor.
Görüntü bir saniyeliğine de olsa değişiyor ve iki figür ortaya çıkıyor. Bulanık olduğundan hiçbir şey anlayamıyorum. Ardından kayboluyor ve zindan beliriyor.
Hoseok elindeki haritada bir yeri işaretliyor. Hemen ardından Alexis kılıcı alfama karşı kaldırıyor ve sertçe indiriyor!
Chan!
Gözyaşları içinde uyandım. Yataktan kalkmaya çalışırken büyük bir dalga Akai Hana'ya çarptı ve beni sertçe yere düşürdü.
Gördüklerim gerçek olamaz, hayır! Chan iyi ve hiçbir şeyi yok! O güvende. O güvende... O güvende mi?
Hayır!
En yakındaki haritayı aldım sonrasında Hoseok'un işaretlediği yeri buldum. Doğuda. Rooijakkers krallığı...
Şerefsizler! Bu bir tuzak olabilir iyi düşünmem lazım. Hoseok'un bir oyunu olabilir. O bir Magnicar! Lucas'dan daha güçlü. Ama ya gerçekse? Ya Chan ellerindeyse? Ya ona zarar vereceklerse?
Bu riski göze alamam.
Aceleye herkesi uyandırdım ve rüyayı anlatmaya başladım. Rosalie kaşlarını çatarak, düşünceli bir şekilde dinliyordu. Zindan ve kılıç özellikle ilgisini çekmiş gibi görünüyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Red Tears | Hyunchan
FanfictionHyunjin, omega olduğunun öğrenilmesiyle hayatı mahvolan bir prensti. Bilmediği şey, karşı krallığın veliaht prensi Chris'in hayatına aniden girmesiyle her şeyin değişeceğiydi. Kehanet, savaş, ihanet ve kayıplarla dolu bir hikaye. Aşklar ve arkadaşlı...