Dokuzuncu Bölüm
I
Vera, "Yargıcın söylediklerine inanıyor musunuz?" diye sordu.
Vera ile Philip Lombard oturma odası penceresinin önünde oturuyorlardı. Dışarda,
şiddetle yağan yağmurun fırtınalaşmaya başlamış rüzgâr tarafından savrulan iri damlaları
camlara hızla çarpıyordu.
Philip Lombard, Vera'nın sorusunu yanıtlamadan önce biraz düşündü, sonra ağır ağır
konuştu.
"Yani, ihtiyar Wargrave'in, katilin içimizden biri olduğuna ilişkin sözlerine inanıp
inanmadığımı mı soruyorsunuz?"
"Evet."
"İnanmak zor. Ama mantıklı düşünülecek olursa ona hak vermek gerekir. Yine de..."
Lombard'ın cümlesini Vera tamamladı.
"Yine de, inanılır gibi değil. Ama, MacArthur'un da ölümünden sonra hiçbir şeyden
emin olmamak gerek. Kaza, intihar gibi olasılıklar artık sözkonusu olamaz. Ölenlerin
cinayete kurban gittikleri kesin. Şimdiye kadar birbiri ardından, gözlerimizin önünde üç
cinayet işlendi."
Vera hafif bir ürperti geçirdi.
"Korkunç bir rüya gibi! Böyle bir şeyin olabileceğine hâlâ inanamıyorum!"
"Anlıyorum. Sanki birazdan kapının vurulacağını ve sabah kahvaltısının hazır
olduğunun bildirileceğini sanıyor insan."
"Ah, bütün bunların sadece kötü bir rüya olmasını ne kadar isterdim."
Philip Lombard düşünceli düşünceli yanıt verdi.
"Ama ne yazık ki rüya değil. Şu andan itibaren hepimiz canımızı korumak için çok
dikkatli davranmalıyız."
Vera sesini alçaltarak sordu. "Eğer katil onlardan biri ise... Hangisi olduğunu tahmin
edebiliyor musunuz?"
Lombard'ın yüzünde bir gülümseme belirdi.
"Sözlerinizden ikimizi onlardan ayırdığınız anlaşılıyor. Yani benden
kuşkulanmıyorsunuz. Buna sevindim. Ben katil olmadığımdan eminim. Sizde de tehlikeli
bir cani hali görmüyorum. Ayrıca şimdiye kadar karşılaştığım genç kızların en aklı
başında olanı gibi görünüyorsunuz bana. Akıl hastası olmadığınıza rahatlıkla yemin
edebilirim."
Vera dudağının ucunda hafif bir gülümsemeyle, "Teşekkür ederim," dedi.
"Evet Bayan Claythorne, söyleyin bakalım. Siz de benim hakkımda aynı şeyidüşünmüyor musunuz?"
Genç kız bir an durakladıktan sonra yanıt verdi.
"Biliyorsunuz ki, insan yaşamına önem vermediğinizi siz de kabul ettiniz önce. Ama,
her şeye rağmen sizin bütün bu işleri yapan adam olduğunuzu sanmıyorum."
Lombard, "Haklısınız," dedi. "İş bir iki cinayetten ibaret olsaydı kellemi kurtaracağımı
ümit edebilirdim. Ama bir dizi cinayet benim işim değil. Bu durumda kendimizi
şüphelilerin listesinin dışında bırakabiliriz. U. N. Owen hangisi? Elimde hiçbir kanıt
olmadığı halde bu adam ihtiyar Wargrave bence."
Vera, "Neden?" diye sordu şaşkın şaşkın.
"Açıklamak zor. Yıllardan beri yargıç kürsüsünden insanları mahkûm etmeye alışkın
oluşu, yani Tanrı'nın insanları cezalandırmak için uzattığı el rolünü oynamaya alışmış
olması adamın zamanla aklını oynatmasına ve yasaların erişemediği suçluları
cezalandırmayı düşünmesine neden olmuş olabilir."
Vera mırıldandı,
"Evet, olabilir..."
Lombard sordu,
"Siz kimden kuşkulanıyorsunuz?"
Vera hiç beklemeden yanıt verdi:
"Doktor Armstrong'dan."
Lombard hafif bir ıslık çaldı.
"Doktor Armstrong ha? Biliyor musunuz? Ben en az ondan kuşkulanıyordum."
Vera başını salladı.
"Unutmayın ki, ölümlerden ikisi zehirlenerek oldu. Bu doktoru kuşku altına sokuyor.
Öte yanda, Bayan Rogers'e verdiğinin zararsız bir uyku hapı olduğunu nereden
bilebiliriz?"
"Evet, hakkınız var."
"Eğer bir doktor delirirse, bunu anlamak epey uzun sürer. Sonra doktorların fazla
çalışan ve zihinleri çok yorulan kişiler olduklarını da unutmamak gerek."
"Evet, ama doktorun MacArthur'u öldürmüş olabileceğinden kuşkuluyum. Sahile inip,
MacArthur'u öldürüp geri gelecek kadar vakti olmadı."
"Cinayeti o sırada işlemedi ki. Daha sonra çok iyi bir fırsat geçti eline."
"Ne zaman?"
"Generali yemeğe çağırmak için sahile indiği zaman."
Lombard yeniden hafif bir ıslık çaldı.
"Yani doktorun generali o sırada mı öldürdüğünü tahmin ediyorsunuz? Çok
soğukkanlı bir adam olmalı."
Vera sabırsızlanarak konuştu.
"Kendisi için bir tehlike yoktu ki. Burada tıp bilgisi olan tek kişi o. Generalin en az bir
saat önce öldürülmüş olduğunu söylese kim itiraz edebilir?"
Philip genç kıza düşünceli düşünceli baktı."Biliyor musun?" dedi. "Çok yerinde bir tahmin bu..."
II
"Kim yapıyor bunu, Bay Blore? Öğrenmek istiyorum. Kim bu adam?"
Rogers konuşurken yüzü sinirden oynuyor, elindeki toz bezini büküp duruyordu.
Eski polis müfettişi cevap verdi:
"Biz de bu sorunun yanıtını arıyoruz, oğlum."
"Yargıcın söylediğine göre katil içimizden biri. Ama, hangimiz? Bunu bilmek
istiyorum. İnsan kılığına girmiş olan bu iblis kim?"
Blore, "İşte biz de bunu öğrenmeye çalışıyoruz," diye yanıt verdi.
"Sizin bu konuda bir görüşünüz vardır, Bay Blore. Birinden kuşkulanıyorsunuzdur."
"Suçlunun kim olduğu hakkında bir fikrim olabilir, Bay Rogers. Ama bu, bir kuşkudan
ileri gidemez. Yanılmış olabilirim. Kuşkularımda haklıysam, çok soğukkanlı bir adama
çatmış olduğumuzu söyleyebilirim. Meslek yaşamımda bu kadar soğukkanlı bir katile
rastlamadım diyebilirim."
Rogers alnında birikmiş olan ter tanelerini elindeki bezle sildi.
"Sanki her şey kötü bir rüyaymış gibi geliyor bana."
Blore uşağı garip bakışlarla süzdü.
"Senin kuşkulandığın biri var mı?"
Rogers, "Bilmiyorum. Hiçbir şey düşünemiyorum," diye yanıt verdi. "Beni iliklerime
kadar ürperten korku da bundan ileri geliyor ya... Hiçbir şey anlayamıyorum."
III
Dr. Armstrong, "Buradan bir an önce gitmeliyiz!" diye bağırdı.
"Gitmeliyiz!.. Gitmeliyiz!.. Hem de ne pahasına olursa olsun!"
Wargrave sigara salonunun penceresinden düşünceli düşünceli dışarısını seyrediyor,
bir yandan da gözlüğünün kordonuyla oynuyordu.
"Havadan çok iyi anladığımı iddia edemem," diye söze başladı. "Ama, motor yola
çıkmış bile olsa, buraya gelebilmesi olanaksız. Ne durumda olduğumuzu bilseler bile,
yirmi dört saatten önce, tabii o da hava düzelirse, kimsenin yardımımıza gelebileceğini
sanmıyorum."
Dr. Armstrong ellerini başının arasına alarak inledi.
"O zamana kadar hepimiz yataklarımızda öldürülmüş de olabiliriz."
"Böyle olmamasını dilerim. Yaşamlarımızı emniyete almak için mümkün olan her şeyi
yapmaya hazırım."
"Şimdiye kadar üç kişinin öldürüldüğünü unutmayın."
"Evet, ama siz de şunu unutmayın ki onlar bir saldırıya karşı hazırlanmış değillerdi.
Oysa biz şu anda hazır durumdayız.""Ne yapabiliriz ki? Eninde sonunda..."
"Yapabileceğimiz bazı şeyler var."
Dr. Armstrong, "Kimden kuşkulanmamız gerektiği hakkında en ufak bir fikrimiz bile
yok," diye cevap verdi.
Yargıç çenesini kaşıyarak mırıldandı.
"Ben sizinle aynı kanıda değilim."
Armstrong ihtiyar yargıca hayretle baktı.
"Yani biliyor musunuz?"
Wargrave ihtiyatlı ve ölçülü bir sesle konuşmaya başladı.
"Bir mahkemede aranılan türden, kesin kanıtlar istenecek olursa, bunların hiçbiri yok
elimde. Ama cinayetlerin işleniş biçlmi bana belli bir kişinin suçlu olduğu kanısını
veriyor. Evet bundan eminim de diyebilirim."
Armstrong gözlerini hayretle açarak, "Anlayamadım," dedi
IV
Bayan Brent yukarıya, yatak odasına çıktı.
İncilini eline alarak pencerenin yanındaki koltuğa oturdu. İncili açtı, bir iki dakika
durdu, sonra kutsal kitabı bir yana bırakarak ayağa kalktı. Tuvalet masasının yanına gitti.
Çekmecelerin birinden siyah kaplı bir not defteri çıkardı.
Defteri açarak yazmaya başladı:
"Korkunç bir şey oldu. General MacArthur öldü. Kuzeni Elsie Mac Pearson'la evlidir.
Generalin öldürülmüş olduğundan hiç kuşku yok. Yemekten sonra yargıç çok ilginç bir
konuşma yaptı. Katilin içimizden biri olduğundan emin. Yani içimizden birinin kılık
değiştirmiş bir canavar olduğu anlaşılıyor. Ben bundan, daha önce de kuşkulanmıştım
zaten. Hangimiz bu iblis? Herkes kendi kendine bu soruyu soruyor. Ama, yalnız ben
biliyorum..."
Bir süre hiç hareket etmeden durdu. Gözleri buğulandı, uzaklara daldı. Titreyen
parmakları elindeki kalemi bir sarhoş gibi kâğıdın üzerinde dolaştırdı ve titrek büyük
harflerle kâğıda şunları yazdı.
"KATİLİN ADI BEATRIS TAYLOR'DUR..."
Gözleri kapandı.
Birden uykudan uyanmış gibi silkinerek gözlerini açtı. Önündeki deftere baktı.
Yazdıklarının son cümlesini görünce ani bir öfkeye kapılarak yavaş bir sesle kendi
kendine mırıldandı.
"Bunu ben mi yazdım? Ben mi? Tanrım, deliriyorum galiba!.."
V
Fırtına artmış, rüzgâr evin duvarlarında ıslıklar çalmaya başlamıştı. Herkes oturmaodasındaydı. Korkudan birbirlerine sokulmuşlardı. Bir yandan da birbirlerini kuşkulu
bakışlarla süzmekteydiler.
Rogers birdenbire kapıyı açarak elinde çay tepsisi ile içeriye girince hepsi yerlerinden
fırladı. Rogers sordu.
"Perdeleri kapatayım mı? İçerisi o zaman daha hoş görünür belki!"
Kimse itiraz etmeyince uşak perdeleri indirdi, elektrikleri yaktı. Oda gerçekten daha
sıcak bir havaya bürünmüştü. Şimdi herkes daha iyimserdi. Fırtına yarına kadar dinecek,
motor gelecek ve...
Vera, "Çayı siz vermek ister misiniz, Bayan Brent?" diye sordu.
"Hayır, lütfen sen yap bu işi yavrum. Bu çaydanlık bana göre çok ağır. Hem gri
yünümden iki yumak kaybolmuş. Öyle canım sıkıldı ki."
Vera çay tepsisinin durduğu masaya doğru yürüdü. Fincanların sesi duyulmaya
başladı. Yaşam normale dönmüş gibiydi.
Çay... Her zaman içtikleri akşam çayı bugün sanki hepsine yeniden can vermişti. Philip
Lombard eğlenceli bir fıkra anlattı. Onu Blore'un şakası izledi. Sonra Dr. Armstrong
başından geçen komik bir olayı nakletti. Hep çaydan nefret ettiğini söyleyen yargıç
Wargrave bile, itiraz etmeden fincanı almış ve içindekini yudumlamaya başlamıştı.
Odaya bu rahat hava hakim olduğu sırada, Rogers içeri girdi. Halinden sinirlenmiş ve
korkmuş olduğu anlaşılıyordu. Sinirden ellerini ovuşturarak sordu.
"Affedersiniz, efendim. Alt kattaki banyonun perdesinin nereye gittiğini bilen var mı?"
Lombard uşağa dönerek.
"Banyo perdesi mi? Ne demek istiyorsun Rogers, biraz açık konuş?" dedi.
"Ortadan kaybolmuş. Uçmuş sanki efendim. Perdeleri kapıyordum. Sıra alt kattaki
banyo dairesine geldiği zaman perdelerin yok olduğunu farkettim."
Wargrave sordu.
"Bu sabah yerinde miydi perde?"
"Tabii, efendim."
Blore, "Nasıl bir perdeydi?" diye sordu.
"Benekli, ipek bir perde efendim. Banyodaki havlu takımlarıyla aynı desendeydi."
Lombard, "Yani şimdi ortadan kayıp mı oldu?" dedi.
"Evet."
Herkes birbirine baktı.
Blore ağır ağır, "Ne yapalım?" dedi. "Normal bir şey değil, ama neyimiz normal. Bence
önemi yok. Kimsenin banyo perdesiyle cinayet işleyebileceğini sanmıyorum. Aldırmayın."
Rogers, "Peki, efendim... Teşekkür ederim," dedi.
Kapıyı arkasından kapayarak dışarıya çıktı.
Odanın içine bir korku havası çökmüştü yeniden.
Herkes yeniden birbirini kuşkulu bakışlarla süzmeye başlamıştı.Akşam yemeği yenmiş, masa temizlenmişti. Oturma odasındaki ağır sessizlik
dayanılmaz bir hal almıştı.
Saat dokuzda Emily Brent ayağa kalktı.
"Ben yatmaya gidiyorum."
Vera, "Ben de yatacağım," dedi.
İki kadın yatak odalarının bulunduğu katın merdivenlerini çıkarlarken Lombard ve
Blore onlara yetiştiler, ikisi odalarına girinceye kadar üst katın merdiveni başında
beklediler, iki kadın odalarına girdiler. Kilit içinde dönen iki anahtarın sesi duyuldu.
Sonra bunu iki sürgü sesi izledi.
Blore sırıtarak, "Yatak odalarının kapılarını kilitlemeyi tembih etmeye gerek yokmuş
demek," dedi.
Lombard, "Neyse bu gecelik kazasız belasız odalarına girebildiler," diyerek karşılık
verdi. Sonra merdivenlerden aşağıya inmeye başladı. Blore da peşinden.
VII
Dört erkek bir saat kadar sonra yatmaya gittiler. Rogers yemek odasında ertesi gün
için kahvaltı masasını hazırlarken, onların yukarıya çıkışını gördü. Sonra yukarıdaki
koridorda bir an durduklarını işitti.
Yargıcın sesi duyuldu.
"Baylar, kapılarınızı kilitlemenizi söylememe gerek var mı, bilmem."
"Ayrıca, kapı tokmağının altına da bir sandalye yerleştirilse iyi olur sanırım. Çünkü
kilitli kapıları dışarıdan kolayca açabilmenin türlü yolları vardır," dedi Blore.
Lombard söylendi.
"Azizim Blore, senin en kötü yanın bu gibi işler hakkında biraz fazlaca bilgi sahibi
olman, bence."
Yargıç, ağır ağır, "iyi geceler, baylar. Yarın sabah hepimizin birbirimizi sağ salim
görmesini dilerim," dedi.
Bu sırada Rogers yemek odasından çıkmış, merdivenlerin yarısına kadar gelmişti. Dört
gölgenin dört kapıda kaybolduğunu gördü. Sonra dört kilit ve dört sürgü sesi işitti.
Başını sallayarak gülümsedi. "İşte bu iyi," diye mırıldanarak yemek odasına döndü.
Evet, ertesi sabah için her şey hazırdı. Bakışları masanın ortasındaki yedi küçük zenci
heykeline takıldı.
Yüzünde ani bir gülümseme belirdi.
Kendi kendine mırıldandı.
"Bu gece ne olursa olsun kimse yeni bir numara yapamayacak."
Odanın kapısını kilitledi, bir kez daha kontrol etti, sonra anahtarı cebine attı. Sonra da
elektrikleri söndürerek hızla yukarıya çıktı, yeni yatak odasına girdi. Odada birinin
saklanabilmesine uygun, sadece bir tek yer vardı: Gardrop. İlkin onun içine baktı, sonra
kapıyı kilitleyip sürgüledi, yatmak için hazırlanmaya başladı. Soyunurken kendi kendinekonuşuyordu.
"Bu gece Zenci bebeklerle oyun yok. Bu işi garantiye aldım..."