"Hazır ol!"
Askerliğimi hep ertelemiş, elime güzel bir mesleğimi alana kadar okul yolunda gitmiş bir insandım. Üniversite zamanlarında katıldığım eylemlerden, olaylardan dolayı okulumu yakacak gibi olsam da en sonunda siyasi bilimler fakültesinden mezun olabilmiştim.
Mezun olduktan sonra tecilimi daha fazla erteleyemeyerek, bir işe başlamadan önce askerliğimi bitirip, bu vatan borcunu hakkıyla ödeyip öyle memleketime ve yarım bıraktığım yaşantıma dönmek istemiştim. Bunun doğru bir karar olduğunu biliyordum, keza arkadaşlarım bile desteklemişti.
Bir ailem yoktu, küçükken köyde yaşanan bir yangında annemi, babamı ve küçük kardeşimi kaybetmiştim. Geriye kalan babaannemle Bitlis'in küçük köyünden, İstanbul'a onun kardeşinin evine taşınmak zorunda kalmıştım.
İstanbul'a taşındıktan sonra ise, aileden gelen bir solcu ruhla küçük yaşımdan beri kitaplar okuyup, eylemlere katılmıştım. Üniversiteye geçtiğimde, sağ sol kavgasının tam ortasına düşmüş ve asıl devrim ruhunun burada olduğunu görmüştüm.
Hayatımın içine sıçan, okuduğum okul günlerini bana zindan eden ülkücü Ömer'den kurtulmak ise, şu hayatımda başıma gelen en güzel şeylerden biri olmuştu. Birinci sınıftan sonuncu sınıfa kadar bir günümüz bile kavgasız bitmezken, okula başladığım 18 yaşımdan 22 yaşıma kadar başıma bela olmuştu.
Birbirimizden o kadar nefret ediyorduk ki polisin haberi olmayan nice dövüşlere girip, birbirimize silah çektiğimiz zamanlarda çok görülmüştü.
Mezun olduktan sonra, okulun son günü giriştiğimiz kavgadan sonra ise onu bir daha görmemiştim. Ama üniversitede bizi tanıyan insanlar, beni her gördüğünde sanki bir ahbabımmış gibi onu bana soruyordu. Onu hiç görmediğimi söylediğimde ise büyük bir şoka uğruyorlardı.
'Ulan en son biriniz birinizi öldürmeden ayrılmazsınız sanıyorduk.' tarzında söylemleri de cabasıydı.
"Nasılsın asker!"
Şimdi ise karşımdaydı.
Komutan olarak.
Askerler hep bir ağızdan cevap verirken, dilim tutulduğu için sadece bön bön suratına baktım. E tabi en ön sırada olduğum için anında dikkat çekmiştim.
Uzunca boyu, üzerindeki üniformayla aynı renk gözleri, sert bakışları, her zamanki kasılmış çenesi, soğuk ifadesi. Her zamanki Ömer'di.
Yeşil gözleri benim kahvelerimle buluştu.
Baktı, baktı, kaşları havalandı, afallar gibi oldu.
Tanıdığını ise yüzündeki öfke, kin ve nefret karışımından anlaşılıyordu.
Şansıma küfür ettim, lanet ettim.
Tamamen şanssız doğmuştun sen Erdal.