Joseph
"Seni anlıyorum Joseph."
Aynı cümleyi defalarca duymuştum ki bundan nefret ederdim. Bir kere yaptığım konuşmaları tekrar etmek çocukluğumdan beri sevmediğim şeylerden biriydi. Ama bugün Deniz ile beraber geçirdiğim üçüncü saatte de sürekli aynı cümleleri kurmuş ve duymuştum.
Çok iyi bir insan olmasının yanı sıra bu konuşmaları kibarlığından yaptığını biliyordum. Böylesine kibar birini kırdığım için kendime olan öfkeme de zaman zaman yenik düşüyordum.
"Beni anladığını biliyorum." Homurdanır gibi çıkan sesimi son anda düzeltmiştim. "Ama bazen anlamak yetmiyor."
Beraber geçirdiğimiz saatlerin sonunda şunu anlamıştım; ben onu kırmamak için elimden geleni yapıyordum, o ise benim beni, onu kırmadığıma ikna etmeye çalışıyordu. Tam bir kısır döngüye girmiştik ve bu döngünün kaybolmaya asla niyeti yoktu.
"Bazen değil, aslında çoğu zaman yetmiyor." Yeşilliklerin arasındaki banka doğru ilerledi. Küçük adımlarım onu takip ederken sessiz kaldım. Deniz kendisini banka bıraktı ve sırt çantasını bankın yanına, yere yavaşça iliştirdi. Sırtı bankın tahta yüzüyle buluştuğunda ben de yanında yerimi almıştım.
"İngiltere'den geliyordun değil mi Joseph?"
Başımı aşağı yukarı sallayarak küçük bir mırıltı çıkarttım.
"Şanslısın." dedi benimkine benzer bir mırıltıyla.
"Neden?"
Yıllardır bu soruyu bekliyormuş gibi anında cevapladı.
"Çünkü çok zor bir kültürden geliyorum."
Anlamadığımı fark etmiş olacak ki hafifçe tebessüm edip devam etti.
"Türkiye'de yaşamak çok zor. Ülkemi sevmiyorum diyemem, seviyorum. Doğası, içinde barındırdığı tarihi... Aynı zamanda çok kültürlü, çok saygılı insanlar var. Ama bir o kadar da kültürsüz ve saygısızlar mevcut. Buraya geldiğim ilk günü unutmuyorum. İnsanların sokakta göz hapsine alınmadan yürüyebilmesi bana çok garip gelmişti."
Yüzündeki tebessüm yerini acı ve boğuk bir gülümsemeye bırakırken gözlerinin dolduğunu fark ettim.
"Gerçekten garip bulduğun şey bu muydu?"
"Evet." dedi gözlerini elinin tersiyle silerken.
"Çünkü ben bu hissi kendi ülkemde yaşayamayan insanların olduğunu biliyorum. Benim yaşadığım şehir çoğu şehre göre harikaydı. Ama elbette ben de çok sıkıntı yaşadım. Mesela biz burada otururken kendi ülkemde birilerinin dış görünüşüne, cinsiyetine, yönelimine göre yargılandığını biliyor olmak çok üzücü."
Anlattıklarını bölmeye aldırmadan konuştum. "Ama bunlar her yerde oluyor. İngiltere de anlattığından çok farklı değildi. Ülkeleri en çok güzelleştiren şey içindeki insanlar, öyle değil mi? Eminim burada da anlattığın şeyler yaşanıyordur."
Omuzlarını silkti. "Haklısın ama ilk defa burada kendim oldum ben. Türkiye'de köşe bucak sakladım herkesten gerçekleri. En yakın arkadaşım bile bilmiyor mesela benim hakkımdaki her şeyi. İşte, acı olan da bu. Düşünsene, her şeyiyle tanıdığını sandığın insan aslında bambaşka biri. Bence oldukça hayal kırıcı..."
Deniz konuştukça onda kendimden bir şeyler buluyordum. Sanki kendimi dinliyor gibiydim. Ama bir şekilde bu histen rahatsız oluyordum.
"Gay olduğumu ilk söylediğimde rahatlamıştım. Eskiden uykularım kaçardı, bölük pörçük uyurdum. Uzun zamandır ilk defa o zaman güzel bir uyku çekmiştim. Sanki omuzlarımdaki yükü bir anda bırakmış gibi hissediyordum. Şu an ise o yükleri oldukça geride bıraktım. Hoşlandığımı söyleyebiliyor, kimseye de bunun için hesap verme ihtiyacı hissetmiyorum. Hiç bir heteronun bunlar için hesap verdiğini gördün mü? Aynı şey işte."
Bir an kendimi Deniz'in yerine koydum. Onu -özgürce yaşayabilen tüm insanlar gibi- kıskanmıştım. Benden hoşlanmıştı ve bunu direkt yüzüme söylemişti. En önemlisi benim yönelimimi bile bilmiyordu. Onu tersleyebilir, onunla dalga geçebilir ya da kötü niyetli olabilirdim ama o, bunların hiçbirini önemsememiş, yalnızca istediğini yapmıştı.
"Eğer insanlar benden tek bir öneri isteseler onlara 'ne yaşarsanız yaşayın, kendiniz olun.' derdim. Çünkü başkası olmak kendin olmaktan çok daha yorucu."
Konuştuğu her şey sıra sıra yankılandı beynimde. Başkası olmak gerçekten de çok zordu ama kendim olmak benim için tamamen bir muammadan ibaretti. Yine de bunca muamma içinde aklıma gelen düşünce beni gülümsetmeye yetti. Connor...
***
"Joseph!"
Kulaklığımı fırlatıp yatağımda doğruldum. Video izlerken uyuyup kaldığımı yeni yeni fark etmeye başlarken karşımda Nat'i gördüm. Yüzündeki telaş beni ayıltmıştı.
"Bir şey mi oldu Nat?"
"Connor..." dedi soluk soluğa. "...sanırım kaydını başka bir üniversiteye aldıracak. Ona engel olmalıyız."
Beynim uyuşmuştu, söylenenleri idrak edemiyordum. Yüz ifademe yansıyan şaşkınlık konuşmama da engel oluyordu.
"Ne? Niye?" diyebilmiştim yalnızca.
"Kalk, giyin ve caddedeki kafeye gel. Benim Lisa'yı uyandırmam gerek."
Kapının önüne geldiğinde ben hala yataktaydım. Bana sert bir bakış atmıştı. "Çabuk ol Joseph!" Sesi de en az bakışları kadar sertti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Secret of Joseph | bxb
General FictionJoseph henüz 18 yaşında, benliğini arayan bir gençtir. Amerika'ya üniversitesiye gitmesi hayatını neredeyse her anlamda değiştirip etkileyecektir.