Jungkook'u sonsuza kadar öpebilirdim, o geri çekilmeseydi.
Kaç dakika öpüştüğümüzü bilmiyordum ama bana yetmediği aşikardı. Jungkook benden ayrılarak bileğimden tutmuş ve yine çekiştirmeye başlamıştı. Çok geçmeden bardan tamamen çıkmıştık.
Çok büyük adımlar attığı ve ben de hâlâ tam olarak ayılmadığım için ona zorlukla ayak uydurabiliyordum. Yine de sesimi çıkarmadım çünkü bu gecenin en başında biliyordum uzun bir gece geçireceğimi.
Hızımızdan hiç kaybetmeden kapının önünde bekleyen arabasına bindik. Sessiz ve gergindik. Gerginliğimiz ayılmamı bile sağlamıştı. Nasıl geçtiğini anlamadığım kısa bir yolculuktan sonra soluğu onun evi olduğunu tahmin ettiğim iki katlı, küçük ama gayet lüks müstakil bir evin önünde durmuştuk.
Bir şey demesini beklemeden onunla beraber arabadan indim. Bu gece ne yapacağımızı merak ediyordum; konuşacak mıydık, ya da belki sevişirdik belki de sadece sarılıp uyurduk. Belki yarın bu evden kalbimi bırakarak çıkardım.
Elindeki anahtarla evi açan Jungkook konuşmadan içeriyi işaret ederek beni içeri davet etmişti. Ben de ufak bir baş sallamasıyla onu onaylayarak içeri girdim. Işığı yakmamıştı ancak etraftaki ufak telek aydınlatmalar ve dışarıdan gelen gece lambalarının ışığı sayesinde loş olsa da her şey görülebiliyordu.
Gergin bir şekilde salona girip bir koltuğa oturdum; Jungkook da ardımdan gelip yanıma oturmuştu. Birkaç dakika öylece durduktan sonra bana dönmüş ve yorgun gözlerini görmeme izin vermişti.
'Bunu bana neden yapıyorsun?' dedi bıkkınlıkla. Ne cevap vermeliydim kestiremedim.
'Neyi?' diye sordum gayri ihtiyari.
'Bunu' dedi 'Nasıl bu kadar çabasız canımı yakabiliyorsun?' diye sordu. Bu gece yaptığım aşırılığı kast ettiğini anlamıştım oysaki derdim canını değil, canımı yakmaktı. Beni böyle anlamasına üzüldüm ancak belli etmedim. Elimdeki fırsatı iyi değerlendirmek istiyordum.
'Canını yakmak istemiyorum' dedim yine de. Sessiz kaldı ve bir damla gözyaşı düştü gözünden. Ne düşündüğünü anlayamıyordum.
Yanağına uzanıp sildim. Ellerim titriyordu ve beni itecek olmasından korkuyordum ama yapmadı. Diğer elimi de yanağına çıkardım ve bana bakmasını sağladım. Göz göze geldiğimiz anda yapmam gerekenin ne olduğunu anlamıştım.
'Seni öpmek istiyorum' dedim ve cevap vermesini beklemeden dudaklarına uzandım. Ateşe dokunuyordum onun dudaklarını hissettiğim her anda.
Karşılık verir mi vermez mi bilmediğim adam karşılık vermişti. Bundan cesaret alarak zaten yakınımda olduğundan, tek ayağımdan güç alarak kucağına oturdum. Bana engel olmamıştı. Bunun mutluluğuyla dudaklarına gülümsedim. Güldüğümü hissettiğimin farkında olduğunu biliyordum ama bir şey demedi aksine bir eli bacağıma, bir eli de sırtıma gitti. Bana sarılıyordu.
Çok geçmeden öpüşmemiz başka bir boyuta geçmişti bile şimdi tek hissedebildiğim saf tutkuydu. Loş ışık, ustalıkla dudaklarımla dans eden dudakları, rahat durmayan elleri ve altımda hissettiğim bedeni ile her şey çok ateşliydi.
Jungkook, kucağındaki benimle birlikte ayağa kalkarak merdivenlerden çıkmaya başladı. Zaman zaman dudaklarımdan ayrılarak önüne bakıyor ardından tekrar ait olduğu yere dönüyordu. Gecenin sonunu görmek artık kolaydı.
Merdivenleri çıktığımızda sağımızda kalan duvara sırtımı yaslayıp dudaklarını ayırdı bir kez daha.
'Konuşmamız gerek' dedi nefes nefese.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Burn Bridges -Liskook-
Fanfictionİntikam ateşiyle yanan bir kadın kötülük yapmak için ne kadar ileriye gidebilir?