1'Gözlerindeki kızıllık hırsın sembolüydü.

22 2 0
                                    

Kızgın alevlerin arasında, teninde bir sıcaklık dahi hissetmeden öylece etrafındaki kırmızı ve tonlarının öfkesini izlemek gibiydi. Belki de uzun zaman orada kalmanın sonucunda kazanılmış bir bağışıklıktı. Sebebi her ne olursa olsun kendine bulaşmamaya özen gösteren alevlerin şevkle birbirlerine karışıp ortaya unutulamayacak bir görüntü bırakması hatırı sayılır bir duyguydu.

Bu ateşi en derinliklerine kadar hissediyor, beraber yanmamak için adeta mücadele veriyordu. Öfkeyi barındıran bu alevler ruhuna iyi gelmiyor aksine gittikçe hırs dolu birine çeviriyordu onu. Fakat amacına ulaşmış gibi hissetmekten de vazgeçemiyordu. O seçmemişti kırmızılıklarla süslenmiş hiddeti. Onu bu denli yiyip bitiren bu olayı nasıl benimseyebilirdi ki.

Acının bir çok aşaması vardır biz insanlar için. Sayısı birinden diğerine göre değişkenlik gösterse bile ortak bir sonuçta buluşuyordu. İntikam. Park Jimin artık son evresindeymiş gibiydi. Hayatını buna adamıştı resmen, bunun için yaşıyordu hala. Kendini aşıp sınırları fazlasıyla zorladığı yetmiyormuş gibi hala daha fazlasını istiyordu. Ona vazife değildi belki de ama hayatının amacından vazgeçemezdi. Katili bulmadan hiçbir yere gidemezdi.

Yeni satın almış olduğu ihtişamlı evinin tırabzanlarına tutunarak gelişi güzel adımları eşliğinde çıkmaya çalışıyordu buradan. Olaydan sonra acilen evini değiştirmiş ve tek başına yaşamaya başlamıştı. Kafasının içinde onu yiyip bitiren düşüncelerden uzak durmak istiyordu bu yüzden de uzaklaştı eski, çocukluğunun geçtiği evinden. Şimdi ise yalnızca gösteriş için yapılmış olduğunu düşündüğü, onu normalden de kötü hissettiren evinde kalıyordu.

Arabasını park ettiği alana vardığında aynı yavaşlıkta bindi arabasına. Yaklaşık iki aydır rutine dönmüştü bu olay. Sabah horozlar ötmeye başlamadan kalkıp hayallerini senelerce süslemiş olan işine gidiyordu. Her sabah aynı hırsla işine gitti ve orada asıl var olma sebebine karşılık hareket etti fakat geçen bu süre zarfında eline hiçbir şey geçmemesi onu mental olarak fazlasıyla yormaya başlıyor, istediği sonuca ulaşamama düşüncesi onu günden güne bitiriyordu.

Rahat bıraktığı küçük elleriyle direksiyona tutunuyor yavaş denilemeyecek hızda arabayı sürüyordu. Hızının düşük olmasına rağmen beklenmedik bir anda yola çıkan yayalara çarpmamak için sağ bacağıyla ani bir hareketle freni kökledi. Ön cama doğru uzanan bedenini hızla geri çekip koltuğunda yerleşti ve emniyet kemerine şükretti ilk defa.

Bu sarsıntıda koltuğun altına doğru cebinden düşen telefonunu başta fark etmemişti fakat değiştirmeyi sürekli unuttuğu berbat ötesi zil sesini duyana kadardı bu. Pek uzun olmayan kolları sebebiyle ne kadar uzansa da çalmaya devam edip başını ağrıtan telefona yetişemedi. Vazgeçmeye karar vermişken biten bir aramanın ardından gelen bir arama daha onu meraklandırdı fakat hala telefona yetişme konusunda kolu yeterli uzunlukta değildi.

Sesten artık başını direksiyona vurma düşüncesi içinden geçmeye başladığı anda biraz yavaşladı ve arabayı durdurup lanet telefonu artık almayı amaçladı fakat arkadan ardı arkası gelmeyen kornalar onu rahat bırakmıyordu.

"Siktir."

Bastığı frenden ayağını çektiği gibi gaza yüklendi gerilmiş haliyle. Vites değiştirmeyi bile unuttu bu sırada. Hastaneye çok yaklaştığını fark ettiğinde derin bir nefes aldı. Tek yapmak istediği dünden açık bıraktığı klimalı odasında uzanmaktı. Bu kadar gerginlik fazlaydı onun için.

Garaja girdi ve sürekli park ettiği yere koydu siyah arabasını. Beş araba ötesinde arkadaşı Seokjin'in arabasını görmesiyle az da olsa rahatlamıştı. Nihayet hala aynı yerinde duran telefonu eline aldı ve aramalarının sahiplerine baktı. İkisi de Seokjin'den gelmişti, birazdan onunla yüz yüze görüşeceği için arama ihtiyacı duymadı. Sabahın bu saatinde araması ne kadar onu kuşkulandırsa da aldırmadan siyah, göz alıcı ayakkabılarını yere vura vura ilerlemeye başladı. Her adımında çıkan tok ses onu az da olsa rahatlatıyordu.

Gods Doctor | jikookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin