Kardeşim Çınar elindeki telefondan bir video izliyordu. Annemse yemek masanın üstüne saçtığı, ne olduğunu bilmediğim evraklarla kafayı yemişti ve telefonunu açmayan kişilere küfürler ediyordu.
Çınar her zamanki gibi gözüküyordu açıkçası. Eve geldiğinde bana sarılmış, yemeğini yemiş, ödevlerini yapmış, öğretmenlerini arayıp ödevlerinin eksik taraflarını söylemiş, internetten araştırmasını yapmış, şimdi de videosunu izliyordu.
Annemin sesi yükselmeye başladığında gözüm duvardaki saate takıldı. Yarın okul yoktu. Bense uzun süredir sosyalleşmek adına hiçbir şey yapmıyordum. Dünya için küçük, benim için büyük olan o adımı attım ve Berkelerin evine gitmeye karar verdim.
Üstümde arada bir tezgahı sildiğim için çamaşır suyu olan siyah tişörtüm ve çocukken süper kahramanlı olduğu için her gece giydiğim ama artık baldırlarından kestiğim için dar bir şort olan solmuş altım ile tam bir moda ikonu havam vardı. Biraz daha parlamak için güneş gözlüğünü random bir şekilde kafama geçirdim.
Göktuğ nasıl olsa kendi evinde olduğundan üstümü değiştirmem gerekmiyordu diye düşündüm. Hem ikinci kere rezil olma ihtimalim yoktu herhalde. Ona rağmen kapılarının önünü kontrol ettim ayakkabısı var mı yok mu diye. Yoktu.
Memnune ablanın ışıldayan yüzü kapıyı açınca benim de ister istemez modum değişmişti. Parmaklarımı havada şıklatıp onu işaret ederek 'MANEVİ ÇOCUĞUN GELDİİİİ!!' diye bağırdım. Yüzünü bilmiş bir ifade aldı ve elini kuruladığı havlu bezi popoma vurarak beni içeri çekti.
'Deli oğlan seni! Geç içeri, Berke tuvalette, çıkmaz yakında.'
Memnune ablanın söylediği şeyle yüzümü ekşittim. Berke eğer tuvaletteyse bu yarım saat süreceği bir mesainin başladığını gösterirdi. Nasıl olsa yabancı değilim diye odasına girip yatağına yüzüstü bıraktım kendimi.
Birkaç dakika sonra sıkıldığımı hissederek telefonu çıkarttım. Bilmediğim numaralardan bana ulaşmaya çalışan babamın çalışanları, binlerce problemle alakalı yüzlerce farklı mesajlar, mailler...
Annemin hala evde bazı şeylerin ucundan tutarak düzeltmeye çalıştığının farkındaydım. Babamın telefonu, kendi telefonu, asistanlarının iş telefonları, ofis telefonuna aynı anda cevap verip kendi başına babamdan kalan işleri halletmeye çalışıyordu.
Yas tutmamız belki biraz biraz geçmiş gibiydi. Eskiden en yakınım diyebileceğim büyük halam öldüğünde cenaze kavramını az çok anlamıştım. Belki bir hafta o koyu ağırlık üstümüzdeydi. Sonrasında fotoğraflar veya hatıralar dışında bana onu hatırlatan pek bir şey olmamıştı. Ama şimdi babamı bana anlatan ve hatırlatan bir sürü olay ve insan vardı. Geçen haftalarda şirkete gittiğimde en az dört beş farklı insandan onu dinlemiştim.
Bilmiyorum... bana anlattıkları adam babam mıydı gerçekten. Yoksa patronları, iş arkadaşları mıydı mesela? Babamı kimden ne olarak dinledim saatlerce bilmiyorum.
Babam çok iyi bir kocaydı şüphesiz. İşine odaklı bir insan olduğundan çok öyle baba oğul ilişkimiz yoktu açıkçası. Pazar sabahları birlikte kahvaltı eder bazen alışverişe çıkardık. Vefatından önce hissetti mi bilmiyorum ama daha yakın olmaya başladığımızı hatırlıyorum. Az çok demeden işler hakkında bir şeyler öğretmeye çalışır eski anılarından bahsederdi. Uzatıp canımı sıkmayacağım, klasik muhabbetler işte.
Genel olarak hayatım o kadar düzdü ki bir süre sonra sosyal medya ve türevleri tek eğlencem haline gelmişti. En azından çevremdeki insanlara kıyasla daha fazla kullandığım barizdi. Tiktokta arkadaşlarımla birlikte paylaştığımız saçma dans videoları, günlük eğlencelerimiz biraz sevildiği için küçük çaplı takipçilerimiz vardı. Bu yüzden Berke tuvaletten çıkana kadar babamın vefatından beri ilk defa canlı yayın açmaya karar verdim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ERDEM (BXB)
Teen FictionErdem en yakın arkadaşının abisine yanıktır fakat rezil olmaktan başka bir etkileşim kuramaz Ya da Erdem bir gün okulda aslında babasının ölmediğini belki de öldürüldüğünü arkadaşlarıyla konuşurken fark eder. Bu işin peşini bırakmak istemeyen Erdem...