Mais, gözlerini ovuşturmak için ellerini zeminden kaldırıdı. Gözlerine fazlasıyla hücum eden tüm loş bu ışık, pekâlâ oldukça rahatsız ediciydi. Üstelik, lamba bir hayli eskimiş olmalıydı ki bu yüzden sürekli olarak yanıp sönüyor ve ortaya cızırtısı kulak tırmalayacak türden iğrenç bir ses çıkartıyordu. Sinirle iç çekti, uykusunda bile huzur yoktu resmen. Yattığı yerde -hayır, henüz neden yerde yattığını sorgulamak için fazlasıyla uykusu vardı- doğruldu ve gözlerini araladı. Ve oh, burası kesinlikle onun odası değildi. Bir anlığına Ciel'in odasına olup olmadığını sorguladı, hayatında hiç onun kadar pis bir insan görmemişti ve burası tam onluk duruyordu.
Ayılmaya başladığında aklına daha yeni neden yerde olduğunu sorgulamak geliyordu, her yer sarının muhtemelen görebileceği en berbat tonuyla bezenmişti, nemden dolayı duvarların yüzeyi yer yer yosun tutmuştu ve ıslatılmış gibi görünüyordu, uzun lafın kısası hayatında bulunduğu şüphesiz en iğrenç yerdi. Yine sinirlerinin tepesine çıkmaya başladığını hissetti. Sinirlerine hakim olmak adına kafasını başka yerlere yormaya çalışıyordu, o yüzden başka taraflara doğru gözlerini etrafta gezdirirken yerde yatan arkadaşlarının bedenine rastladı.
Ciel Ayano'nun üzerinde, Oslo da Ciel'in üzerinde korkunç bir pozisyonda yatıyorlardı. Ciel'in ayağı neredeyse Ayano'nun ağzına girdi girecekti ve Oslo'nunsa Ciel'in resmen yüzüne oturduğuna yemin edebilirdi.
Will'i göremeyince etrafina bakınmaya devam etti, duvara yaslanmış öylece oturuyordu. Uyuyordan çok düşünceleriyle boğuşuyora benziyordu, öyleyse ilk uyanan kişi kendisi değil Will'di. Onu ürkütmemek adına yumuşak bir ses tonuyla karşısındakine seslendi, "hey, Will."
Mais'in tüm karşısındakini irkitmemek adına gösterdiği uğraş, Will'in sesinin bir miktar cırtlak olması nedeniyle yerinden sıçramasıyla son buldu.
Çok değil, kısa bir süre sonra sessizlik Ciel'in çığlığıyla bölündü. Muhtemelen bu size bir tür kötü bir şaka gibi görünecek ama hayır, çığlığın nedeni Oslo'nun suratına osurmasıydı. Ani refleksleri yüzünden tek suçu ikilinin altında ezilmek olan Ayano, burnuna oldukça kuvvetli bir tekme yedi. Ve pekala bu oldukça acı verici görünüyordu, burnundan sızıyan kanın çizdiği yola bakmanız yeterliydi, hayır dahi olmaya gerek yoktu. Mais sabır dilenmeye başladı, katlanamıyordu hiç bir şeye, uykusu vardı zaten.
Oslo, cebini karıştıp eline ulaştırdığı epeyce kullanılmış olan peçeteyi, pis görünen yüzeyi içe katlayıp temizmiş gibi görünmesini sağladıktan sonra Ciel'e uzattı ve peçeteyi Ayano'nun burnuna tepiştirmesini izledi. Peçetenin ne kadar pis olduğunu bilmese çok daha iyiydi yoksa başına gelecekleri düşünmesi bile korkutucuydu.
Ortam sessizleştiğinde Oslo konuşmaya başladı. "Sanıyorum ki artık nerde olduğumuzu konuşmamız gerekiyor değil mi?" diğerlerinden onay alınca devam etti. "Sadece merak ediyorum da, bir tek bana mı tanıdık hissettiriyor?" etrafına bakınırken konuşmasını sonlandırdı.
"Sanki eskiden oynadığımız oyunları andırıyor.. adı neydi ki acaba..?"
"Uh, arka odalar?" Mais tereddütle Ciel'i yanıtladı.
Oslo iç çekti ve omuzlarını düşürdü, hiç bir şey mantıklı gelmiyordu ve pekala bunun zaten mantıklı olabilecek bir yanı yoktu, kendisine kaçırıldıkları ihtimali kesinlikle çok daha doğru geliyordu. Will öncelerinde daha öncesinde hiç onlara katılamadığındandır ki yorum yapamadı, yani muhtemelen.
Ayano kendisine sırnaşmaya çalışan Ciel'i bir kenara ittirdi ve ayağa kalktı. "Bunu etrafı görmeden bilemeyiz değil mi?" onaylandığını görünce tamamiyle rast gele ilerlemeye başladı, nede olsa her yer birbirinin aynısı gibi duruyordu ve bir yerden başlamak gerekiyordu, burda öylece oturmak onları kurtarmayacaktı ne de olsa.
Ne kadar bakarsanız, hangi açıdan bakarsanız bakın aralarında herkese ihanet eden birinin olması kulağa imkansız geliyordu çünkü bilirsiniz arkadaşlıkları bir hayli kusursuz duruyordu. Ama iyi haber, en azından şimdilik kimse kimseden şüphe duymuyordu.