Bu sabah uyandığımda tıpkı küçük bir kız çocuğu gibi kollarımı onun beline sarıp, onun kendimi iyi hissettirmesini sağladım. Gözlerimi sımsıkı kapatarak, kokusunu içime çektim. Artık büyüyen karnım yüzünden tam olarak istediğim gibi ona tüm vücudumla temas edemiyordum ama yanımdaki varlığı bile yetiyordu.
O saniye uyanarak "Mımm... Harika kıvrımlar..." diye miskince mırıldandıktan hemen sonra yatakta yüzünü bana döndü.
"Hatta fazla fazla kıvrımlar..." derken dudağımı üzgün bir şekilde bükmüştüm. Hamileliğin getirdiği ekstra kilolardan şikayet etmiyordum ama yine de eski halimi şimdiden özlemeye başlamıştım.
"Ben bu kıvrımlarla bir ömür yaşayabilirim," derken eli çoktan dolgunlaşan kalçama gitmişti.
"Bir ömür..." diye nefes verdim. Şu anda korkularımı su yüzüne çıkaran kelimeler tam olarak bunlardı.
Lucca duraksayarak, "Ne oldu şimdi," diye sordu.
"Yok, bir şey," dedim ama yüzüm çok şey anlatıyordu muhtemelen. Son günlerimizi keyifli geçirmeye dair kararımı yine kendi kendime sabote etmeyi başarıyordum.
"Senin böyle üzüldüğünü görmek hoşuma gitmiyor. Endişelendiğini biliyorum ama her şey kontrol altında, bence fazla evhamlı davranıyorsun."
"Ben de senin bu kadar rahat davranıyor olmanı anlayamıyorum," dedim. Sürekli bana aynı şeyleri söylemesinden bıkmıştım.
Endişelenme. Kontrol altında...falan filan...
"İşimi sağlama almasam, bu kadar rahat olabilir miyim, sence? Elanor dışında da içeride adamlarım var. Mario'yla irtibat halindeyim; her şey en ince ayrıntısına kadar ayarladı. Ortadan kaybolmam konusunda da ufak bir ceza alarak kurtulacağım," dedi.
"Ufak bir ceza mı," diye sorarken yattığım yerden hızla doğruldum. Kollarımla yataktan destek alarak oturdum.
"Bu konuda yapılacak fazla bir şey yok. Alacağım hapis cezasının para cezasına çevrilmesi olası zaten."
"Ah Lucca! Peki, sonra ne olacak? Ne yapacağız?"
"Hayatımıza kaldığımız yerden devam edeceğiz. Ama öncesinde senin İtalya'ya gitmen gerekiyor."
"İtalya mı gideceğim?" diye sordum şaşkınca.
"Şu anda resmi olarak orada yaşıyor görünüyorsun. Sen de benim dönüşümle birlikte orada ortaya çıkmalısın. Bu durumda senin hiçbir şeyden haberin yokmuş gibi davranacağız. Senin bu işe bulaşmanı istemiyorum."
Söyledikleri bir yere kadar anlaşılır şeylerdi ama bir yerden sonra korkumu yenip, her şeyin eskisi gibi olacağına güvenemiyordum.
Ve en önemli soruyu sordum çünkü ben sormadıkça o bu planla ilgili bana bir şey anlatmamayı tercih ediyordu.
"Ne zaman olacak tüm bunlar? Ne zaman döneceğiz?"
"Üç gün sonra..."
"Üç gün..." diye kendi kendime sessizce mırıldandım.
Heyecanlıydı. Bu heyecanını anlayabiliyordum ama burada kısa sürede alıştığım sakin hayatı da özleyeceğimi biliyordum. Hamileliğimin son aylarını, Lucca'nın kendini temize çıkarmaya çalışmasını izleyerek, soruşturmaların, FBI ajanlarının arasında geçirmek istemiyordum. Yine de ona bir şey söylemeden yavaşça yataktan kalktım ve sessizce banyoya gittim.
Arkamdan o da geldi ve konuşmamızın daha bitmediğini hatırlattı bana.
Beni lavaboyla kendisinin arasına sıkıştırdı.
"Benim kaderim bir Rossino olarak doğduğumda çizildi. Başka biri olamam, başka biriymiş gibi davranamam. Bunu biliyorsun. Şimdi benden Tanrı'nın tek bir kulunun bile olmadığı bu yerde yıllarca yaşamamı beklediğini söyleme. Sebze mi yetiştireyim yoksa meyve mi diye düşünerek bir ömür geçiremem," dedi kasvetli sesiyle. Tek derdi bana kendini anlatmak olan kocamın gözlerinde çektiği özlemi, acıyı ve daha nicesini açıkça görebiliyordum.
"Bu işten şimdi kurtulduk. Sonrasında ne olacak? O Rossino adının gereklerini yerine getirirken kendini, bizi tekrar tehlikeye atmayacak mısın," diye sordum ellerimi savurarak. İlk defa ona Frederick'le ilgili aldığı kararın yanlış ve benim için bununla yaşamanın ne kadar zor olduğunu anlatmaya çabaladım. Ona aşık olduğum, onu kaybetmeyi göze alamadığım için yanında kalmaya devam ediyordum ama birinin canını aldığı için ne hissettiğimi çok iyi biliyordum.
"Beau, neden bana tüm bunları şimdi soruyorsun," diye sorarken sinirli değil sadece yaralı biri gibi görünüyordu. Ona sorduğum soruyu nasıl algıladığını tahmin edebiliyordum. Ellerimi ellerinin içine hapsetti. Onunkilerin genişliği karşısında oldukça küçük kalmışlardı.
Sorusu karşısında sessiz kalmayı yeğledim.
"Daha dikkatli olacağım," dedi. Başımı söylediğine ne kadar inanmak istesem de doğru olmadığını bildiğim için yana çevirdim.
"Bana bak lütfen," dedi en yumuşak sesiyle. Elini çeneme koyup yüzümü kendi yüzüne doğru çevirdi.
"Sana söz veriyorum. Senin ve küçük meleğim için daha dikkatli olacağım."
Bana yaklaştı ve ılık nefesi dudaklarıma vurdu. Verdiği sözü öpücüğüyle, bağlayacağını anlamıştım.
"Söz veriyorum," diye fısıldadı.
Ellerimizi göğsüne doğru daha da bastırdı. Dudaklarımız kavuştuğunda ağzımı onun için açmamı sağladı. Dili içeri girmek için davet bekliyor gibiydi ama ısrarcıydı. Ona direnemedim. Yumuşak ve ıslak dillerimiz iç içe geçti. Tutku bizi her zaman olduğu gibi bir anda çevrelemiş, her şeyi o anda unutturmuştu.
Sonra beni aniden bırakıp gözlerimin içine bakarak, "Nedense bir an benden vazgeçmeye başladığını düşünecektim ama bunun ne kadar imkânsız olduğunu sen de benim kadar iyi biliyorsun," dedi.
Gözleri daha önce görmediğim bir keskinlikteydi. Tehditkâr ve bir yandan da soru sorar bakışları göz ardı edemeyeceğim kadar yoğundu. Korkusu yersizdi ama anlaşılırdı. Ben o korkuyu içimde hep taşıyordum.
∞
Üç gün dediği bir saat gibi hızla gelip geçmişti. Yanımıza pasaportlarımız dışında hiçbir şey almamıştık. Aylardır benim için gerçek bir yuva sıcaklığındaki bu kaçak hayatımızın sığınağına arkamı dönüp son bir kez daha baktım. Kapıdaki araba çalışır vaziyette bizi beklerken Lucca a gitmek içim aceleci davranıyordu. Ama benim içimde kopan fırtınaları bildiğinden birkaç saniye daha sabırla bekledi ve sonra elini bana uzatarak, "Haydi," dedi.
Bana anlayışla bakarken, "Her şey daha güzel olacak," demeyi ihmal etmedi.
"Tek istediğim bu zaten," dedim ve uzattığı eli sıkıca kavrayarak arabaya binmemde bana yardım etmesine izin verdim. Önümüzde bir saatlik bir yol vardı. Önce ben İtalya'ya gidecek ardında da Lucca, kendi uçağıyla Amerika'ya, ait olduğu dünyaya dönecekti.
Havaalanına geldiğimizde ortalık gayet sakindi. Onlarca koruma etrafı kolaçan ederken Lucca olması gerekenden daha sakin ve kendinden emin görünüyordu.
Beni pistte bekleyen özel uçağa kadar götüren Lucca, uçağın merdivenlerine geldiğimizde durdu ve, "Seni yalnız bırakmaktan nefret ediyorum ama en azından seni mutlu edecek beni de rahatlatan, bir sürprizim var," derken genişçe gülümsüyordu.
"Sürpriz mi? Ne sürprizi?" diye sorsam da cevabını vermeden biraz daha beklememi söyledi. Sonra da beni daha önce hiç öpmediği şekilde öperek neredeyse ondan ayrılmamı imkânsızlaştırıyordu.
"Seni seviyorum," derken nefes nefeseydim.
"Ben de seni seviyorum. Birkaç güne tekrar beraberiz," derken eliyle iyice belirginleşen karnımı okşadı ve beni son kez öperek, yukarı tırmanman için belimden tutarak yukarıya doğru yönlendirdi. O an gizli gizli bu anı bekleyen gözyaşlarım akmaya başlamışlardı. Ondan bir gün bile ayrı kalmak istemiyordum. Arkamı ona bakmak için dönmeden hemen önce elimin tersiyle onları silmeye çabaladım. Lucca'nın ağladığımı görmesini istemiyordum ama kendime hâkim olamıyordum. Son bir kez daha dönüp ona baktım ve elimi salladım. O da bana yüzünü gizlediği şapkasının ardından bakarak elini salladı ve biraz geriye güvenli bir yere kadar çekildi.
Uçağın içine girdiğimde beni bekleyen sürprizi gördüm. Durmadan göz pınarlarımdan süzülen yaşlarım bana özlemle bakan kardeşimi görünce daha da arttı. Sevinçten ve şaşkınlıktan ağzım öylece açılmış ona bakakalmıştım.
Onu ne kadar da özlemiştim ve işte şimdi karşımdaydı. Eva, beni görür görmez oturduğu koltuktan kalktı ve hızla yanıma gelip kollarıyla beni sarıp sarmaladı.
Şu anda bana ondan başka iyi gelecek, güvende hissettirecek bir başka kimse olamazdı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
LUCCA 2
General FictionLucca, tüm tutkusu ve macerasıyla kaldığı yerden devam ediyor. İki sevgili uzun bir ayrılığın ardından kavuştular ama şimdi onları bekleyen daha büyük sorunlar var. Beau içinse her şey daha zor. Kendinden başka düşünmesi gereken biri daha var.. Bu...