Üç hafta sonra...
Burçak Vatanoğlu...
Hayat asla ama asla sizin planınıza göre ilerlemiyordu. İnanın bana bundan altı yedi ay önce yirmi yıl önce karşılaştığın o çocukla evleneceksin çocuğunuz olacak deseler muhtemelen ruhsatlı silahım kana bulanmış olurdu. Fakat şimdi üç haftadır evliydim ve bu sabah reglimin gecikmesi üzerine doktora gitmem ve öğrendiğim bilgiye göre de hamile olmamla hayat resmen bana bir taraflarıyla gülümsemişti. Yanlış anlamayın reglim geç geldi diye paranoyaya bağlayacak kadar psikopat değildim. sorun şuydu ki benim reglim asla gecikmezdi hele ki iki haftaya yakın bir süre asla. Ki ek olarak zaten sürekli tuvalete gitmeye başlamıştım. Vücudumda bir tuhaflık olduğunu hissetmiş ve gitmiştim yani.
Şimdiyse akşam saatlerindeydik ve bir hafta sonra göreve gidecektim. Asıl sorun şuydu ki görevi iptal edersem tüm kariyerimi de bırakıp çıkmak üzerine ağır bir anlaşma imzalamıştım. Mete'nin de bundan elbette ki haberi vardı. Ona nişan günümüzde anlatmıştım ve anlayışla karşılamıştı. Her ne kadar işimi engellemek istemediğini bilsem de onu arkamda bırakıp gitme düşüncesi beni engelliyordu. Korkuyordum işte. Ölüp geri dönememekten, arkamda enkaz bırakmaktan. Şimdi ise tehlike artmıştı. Bir bebeğimiz olacaktı. Allah aşkına bu işe nasıl bulaşmıştım ben? Nasıl bu hale düşmüştüm? Yemeği hazırlamış ve sürpriz bebeğimizi babasına tanıtmak için babasının işten gelmesini bekliyordum. Bugün ben gitmeden önce işe gittiği son gündü. Benim için bir haftalık izin almıştı. Görevden önceki son haftamda beraber olmak istemişti.
Kapıdan gelen açılma sesi ve şen şakrak eşim beyin "Burçak Çağın! Eşiniz geldi!" demesiyle istemsizce gülmüş ve kapıya doğru ilerleyip kollarımı boynuna dolamıştım. Belimi bulan kollarıyla daha sıkı sarıldığımızda tenini koklamaya başlamıştım. Onun teninin kokusu olmadan ne yapacaktım ben Allah aşkına o kadar ay? Bunu düşünmek gözlerimi doldururken yanlışlıkla gözümden düşen damla ensesine değdiğinde bir şey olduğunu hissedip beni hafifçe geri çektiğinde hassas bir tonla konuştu. "Güzelim... yapma ama böyle. Konuştuk bunları ben orada sen burada olamasak da kalplerimiz beraber demedik mi biriciğim? Ağlama ama... sen ağlarken ben gülemem ki."
Sonlara doğru hafif ağlamaklı çıkan sesiyle hızla gözlerimi silip bugün doktordan aldığım kan testini uzattım. Yeterince vakit kaybetmişken daha fazlasına gerek yoktu. Doktor olduğu için olmasa da doktor titizliğiyle kağıdı incelemiş ve orada normalden çok yüksek olan hormon sayısını görmesiyle elleri titremeye başlamıştı. diyorum ya size ikimizde böyle bir şey beklemiyorduk ki. Meleğimiz bizi seçmişti anne ve baba olarak. Bundan daha güzel bir düşünce olamazdı. Kağıdın yerin soğuğuna bulanmasıyla kolları belimi bulmuştu. Evet beklenmedikti ama kaçtığımız bir şey de değildi. "Söz veriyorum dünyanın en iyi ailesi olacağız... söz veriyorum dünyanın en iyi babası, eşi olacağım sevgilim söz veriyorum."
Bir hafta sonra...
Mete Çağın...
Bugünün o gün olduğunun bilinciyle gözlerimi güne açmıştım. Yanımda uyuyan melek ve içinde hayat bulan meleğimizin bugün benden koparılış günüydü. Askerliğin ne demek olduğunu anlayamazdım elbette. Fakat askerlikte ciddi ciddi böyle ağır sözleşmeler yapılıyor muydu bundan emin değildim doğrusu. Hazırladığı küçük çantası yatağımızın yanında duruyordu. Az sonra kalkacaktı kahvaltı yapacaktık ve gitmesi için onu götürecektim. Ona bir şey olursa onu bugün götürdüğüm için pişmanlık duyar mıydım acaba? Bunları bir kenara bırakıp aşağı indim. Ve kahvaltı hazırlamaya başladım. Bu aralar yumurta ve yumurtalı gıdalar yiyemiyordu. Onun için domates salatalık zeytin –peynir sevmiyordu- tahıllı ekmek bal ve reçeli dolaptan çıkarttım ve birkaçını aperatif olarak masaya koydum. Madem bugün karım göreve gidiyordu o halde ona veda menemeni yapabilirdim.
Kahvaltıyı hazırlamam bittiğinde onu uyandırmak için odamıza çıktım. Bu aralar uykuya çok düşkündü. Odaya girip yanına yattım ve yüzünü öpmeye başladım. Bir yandan da elimle karnını tutuyordum. Sonuçta annesini uyandırırken onun kıskanmasını istemezdim. Yavaş yavaş uyandığında ise her ne kadar mutlu olsam bile uzun bir süre bu gözleri göremeyeceğimi bilmek acıtıyordu. Hatta sırf onu bırakmamak için onun bölgesine sağlıkçı olarak gitmek için başvuru bile yapmıştım fakat reddedilmişti.
"Günaydın sevgilim." Neşeli olmasını umduğum sesimle konuşmamla sol elini yanağıma koyup okşamış hafifçe öpmüş ve konuşmuştu. "Günaydın sevgilim. Menemen mi yaptın acaba? Çok güzel kokuyor Mete..." hemen de almıştı kokuyu. Elinden tuttum ve aşağı indik. Ardında hızlıca menemeni tabakladım ve kahvaltımızı yapmaya başladık. Ağzımızı bıçak açmıyordu. İkimizde bu vedanın diğerleri gibi olmayacağını biliyorduk.
Kahvaltıdan sonra ben masayı toplarken o giyinmeye çıkmıştı. İkimizde halimizden memnun değildik. Ama mecburduk. Hazırladığı çantasıyla aşağı inmesiyle arabanın anahtarını almıştım. Sevdiğim kadının elini tutarak ona veda etme fikrine ısınmaya çalışırken bir yandan da arabayı çalıştırıp gidecekleri askeri otobüsün bulunduğu bölgeye doğru harekete geçmiştim. Bir elimle Burçak'ın elini tutarken aklımdaki kötü düşünceleri uzaklaştırmaya güç buluyordum elinde. Ecel meydanına vardığımızda o kadar yavaş hareket ediyorduk ki.
Fakat otobüsün kalkmasına sadece ve sadece yedi dakika vardı. Oraya vardığımızda ilk dört dakika da sırasıyla anne ve babasıyla, Gonca'yla, Oflaz'la, Müge'yle vedalaşmıştı. Artık sıra bendeydi. Sımsıkı sarıldım. Bırakmak istemez bir ruh halinde sarılmıştım. Az sonra o otobüs hareket ettiğinde ağlayacaktım ama Burçak'ın önünde ağlayıp onu da ağlatmaya niyetim yoktu. "Her gün Saat üçte ara beni olur mu sevgilim?" dememle bana bakmadan başını sallamıştı. Bakarsa ağlardı. Bakarsa ağlardım. Kollarımdan sıyrılma zamanıydı güzelliğimin. "Mete... seni seviyorum sevgilim." ve arkasını dönüp koşarak gitti. O da biliyordu ben de ikimiz içinde kalmak ve gitmek zordu...
Üç Buçuk Ay Sonra...
Burçak Vatanoğlu...
Günlük devriyemiz bitmiş ve benim Mete'mi arama saatim gelmişti. Önce ona karnımın son halinin fotoğrafını atmıştım ve altına 'Toprak Çağın babasını özlemiş.' yazmıştım. İsmini Toprak koymaya karar vermiştik. Cinsiyeti önemli değildi zaten. Sağlıklı olması yeterdi. O benim toprak koktuğumu savunmuş ve Toprak ismini önermişti ve aynı anda da ben onun gözlerinin toprak rengi olduğunu ve o gözlerin bebeğimizde yaşaması gerektiğini söylemiştim. Böylelikle bebeğimiz Toprak adını almıştı. Birinci çalış daha yeni başlarken telefonumu açan Mete'yle göremeyeceğini bilsem de gülümsemiştim.
"Merhabalar. Mete Çağın'la mı görüşüyorum. Duyduğuma göre kendisi çok yakışıklı biriymiş." Dediklerime gülüp "Aa Evliyim ben ayol. Karım hepinizi kurşuna dizer. Aşiretiz biz uzak durun canım." Demesiyle gülümsemem kahkahaya dönmüştü.
"seni çok özledim Mete." İtirafımın ne kadar zamanıydı bilmiyordum doğrusu. Fakat karşıdan gelen "Bende seni çok özledim sevgilim. Ama az kaldı bugün son gününüz orada." İtirafıyla mutlu olmuştum. Ah evet bu arada bugün son günümüzdü. Nihayet bu akşam Mete'me kavuşuyordum.
Tam yeniden konuşacağım sırada başlayan kurşun sesleriyle neye uğradığımızı şaşırmıştık. Üç gün önce kaçan teröristler muhtemelen bizim geri dönme vaktimizin geldiğini haber almıştı. Ne olduğunu iyi olup olmadığımı soran Mete'ye cevap verdim. "Merak etme sevgilim. Sadece birkaç kurşun saplamam gereken kişiler var. Hemen geleceğim geri, özle beni. Seni seviyorum!" Cevap vermesini beklemeden kapatmıştım. Kaybedecek vakit yoktu. Çatışma başlamıştı...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Toprağın Burçağı
RomanceSevdiğini kaybetmenin acısını yüreğinden atamamış ya da sadece etrafındakileri bu şekilde kandıran bir adam ve sevmenin ne olduğunu sadece şiirlerde hayal meyal hatırladığı kahverengi gözlerden okuyan bir kadın. Yolları kesişirse aşk mı olur hüsran...