Bu bölümü Toprağın Burçağı Playlist'ten;
-Another Love
-Gökyüzünü Tutamam
-Alt Üst Olmuşum
-Bekle Dedi Gitti
-Bilir O Beni
-Arcade
-Kül
-Only Love Can Hurt Like This' şarkılarıyla dinleyebilirsiniz.
Burçak Vatanoğlu Çağın...
Bize verilen görevimizden çoğu gitmiş azı kalmıştı. Burun buruna çatıştığımız kurşun sesleri son bulmuştu nihayet. Fakat şimdi ki görevimiz o kurşunların sahipleri olan dağ başlarını mesken tutup birçok güzel ruhun celladı olan teröristlerin inine girip, biz göreve gitmeden sadece iki hafta önce esrarengiz şekilde kaçırılan 12 kızlı erkekli karışık çocuk grubunu o lanet yerden çıkarmaktaydı. Pek tabi her ne kadar oraları temizlesek bile 30 kişiye yakın bir ekiple oraya gitmek riskliydi. Sonuçta orada hala birileri olabilirdi.
Çaylakları göndermek kendi ayağımıza sıkmak gibi olurdu doğrusu. Sonuçta onlar göreve başlayalı daha ne kadar olmuştu ki? Orta düzeydeki askerleri göndersek teröristleri üst komutanımıza teslim etme işi çaylak askerlere kalıyordu. Ki bu da riskli bir eylemdi. Netice de komutanımıza teslim edeceğimiz kişilerden ikisi Zeus'un kardeşi Anpu ve kızı Kuruşa'ydı. Her olası durumda da benim veya ağabeyimin burada kalması zaten imkansızdı. İkimizde bu görevin yönetici askerleriyken. Burada bekleyip bir sonraki adıma bizden alt seviye askerleri göndermek mantıksızdı. Yaklaşık yarım saat civarı süren toplantımızın ardından çocukları almaya gitmek üzere dört kişi kararlaştırmıştık.
Kalan yirmi iki asker teröristlerin başında nöbette kalacak ve son iki kalan asker ise komutanla ve aynı zamanda bizimle iletişim halinde olacaktı. Olası bir çatışma durumunda teröristlerin başında bekleyen askerlerden bulunduğumuz takviye yapılacaktı. Ben, ağabeyim, Kıdemli Er Alhan Alkan ve Kıdemli Er İlhan Sezgin ile birlikte dağa çıkıyordum.
Bebeğim henüz dört buçuk beş ay civarında olduğu için çok fazla karnım büyümemiş ve çok fazla zorlanmamıştım. Bugün bu görevi başarıyla bitirdiğimizde ise sonunda babasıyla hasretimiz son bulacaktı. Yaklaşık kırk - kırk beş dakika sonunda çıktığımız dağ ve vardığımız dağım içindeki mağaramsı yerden gelen ağlama sesleriyle doğru yerde olduğumuza emindim artık. Belimdeki silahımı elime aldığımda önce eğer içeride sadece çocuklar varsa korkutmamak için kafamı uzatmıştım. İçeriden beş altı yaşlarında bir çocuk beni gördüğünde korkuyla etrafındakilere bakıp "Yine biri geliyor. Yine dövecekler işte. Ben dedim size kurtulamayacağız." demesiyle ağlama sesleri daha içli olurken annelik iç güdüsünün verdiği duygusallıkla gülümsemiş ve onların duyabileceği sesle konuşmuştum.
"Ya sizi dövmeye değil kurtarmaya geldiysem küçük adam?" olabildiğince masum gülümsemiş ve içeri girdiğimde kapıya en yakın çocuğun boynundan bacaklarına kadar yer yer sıkı yer yer gevşek fakat kan izleriyle dolu halatı çözüp, minik kız çocuğuna abimi işaret etmiş ve size zarar vermeyecek dedikten sonra yavaşça ona doğru ilerletmiştim. Fakat kimisi susuzluktan ve açlıktan kıpırdayamayacak haldeydi. İçeriye bir askerin daha girmesi tehlikeli olabilirdi. Zira mağaranın bulduğun yer çatlamaya başlamıştı ve çok fazla ağırlık taşıyamayacak gibi görünüyordu. Hızlı hızlı ipleri kese kese beşinci çocuğu da abime vermiş ve altıncı çocuk için içeri dönmüştüm.
Benim içeri dönmemle arkamdan gelen patlama sesiyle içeri gelen tüm ışığın yok olmasıyla arkama dönmüştüm. Mağaranın girişi patlamıştı büyük ihtimalle. Fakat sorun şuydu ki bomba tespit makinesi daha bu sabah tamamen doğru çalışırken burada ve çevresinde hiçbir bombanın bulunmadığı verisini vermişti. Makine de asla hata olamazdı. Tabi kullanılan bomba makineye taratılan temel bombalardan veya temel bomba malzemeleriyle yapılan bombalardan farklı değilse. Şaşkınlıkla donakaldığım birkaç saniyenin ardından gelen sese odaklanmak zorunda kalmıştım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Toprağın Burçağı
RomanceSevdiğini kaybetmenin acısını yüreğinden atamamış ya da sadece etrafındakileri bu şekilde kandıran bir adam ve sevmenin ne olduğunu sadece şiirlerde hayal meyal hatırladığı kahverengi gözlerden okuyan bir kadın. Yolları kesişirse aşk mı olur hüsran...