Denizin doğurduğu bir kelebek uçabilir mi ateşte?
Eylül'den...
Gözlerimi aydınlık odaya açtığımda şu filmlerde olduğu gibi neredeyim ben diye sormak yerine anında nerede olduğumu anladım. Beyaz ve bu ilaç kokusunun fazla hijyenle karışımı dünya üzerinde tek bir mekanın temsilcisiydi, o da hastaneler. Hatta insan üstü bir performans sergileyerek neden burada olduğumu bile hatırlayabiliyordum. Aptal gibi tüm partiyi mahvetmiştim ve üstüne bir de kendimi rezil etmiştim. Ki bunları düşünürken aklıma gelen eve vermiş olduğum hasar düşüncesi beynimi uyuşturdu. Eğer bu hasar sandığımdan büyükse ve ev sahipleri bunu benim karşılamamı isterlerse aileme karşı ne derece mahcup olacağımı düşünmek bile istemiyordum. Öyle bir evi düşününce babamın bu masrafların altından kalkabilme ihtimali gerçekten de azalıyordu. Sonuçta sadece bir öğretmen kızıydım.
Kapının açılmasıyla kafamı çevirdim ve içeri girecek olan vatandaşı merakla bekledim. Sol popom fena halde sızlıyordu ve içeri giren her kimse bir ağrı kesici isteyebilecek kadar densizleşmiştim.
Emir. Ve yeniden Emir. Ve tekrar Emir.
Kafamı iki yana salladım ve beynimdeki Emir üçlemesi teke inene kadar gözlerimi yumdum."Demek uyandın ha? Kendini nasıl hissediyorsun?"
Gözlerinde bilmediğim bir ifade vardı ama gülümsemesi doğduğum andan itibaren yanıbaşımdaymışçaşına tanıdıktı. Elinde kağıt bardakta bir kahve vardı ve üzerinde hala partide giydigi kıyafetler vardı, sadece artık fazlaca kırışmış görünüyorlardı. İlk gülümseme denememde çenemden gelen garip sesler sonunda başarılı oldum ve ona gülümseyebildim.
"Aslında çıkardığı saçma salak bir yangınla yılın partisini mahvetmiş,onca hazırlığı berbat edip sonrasında da kendini camdan aşağı bırakmış bir kız için fazlasıyla iyiyim."
Gerçek şuydu ki onun varlığı popomdaki sızıyı unutturabilecek kadar güçlüydü. Ve elbette ağrı kesici tarihe gömülmüştü. Hala aynı Eylül'düm hala bir nebze olsun densiz değil.
Yatağın hemen yanına koyulmuş olan tekli koltuğu bana doğru biraz daha yaklaştırıp kahveyi fazla tıbbi görünen sehpaya bırakıp bir elinin tersiyle ateşimi ölçtü.
"Sonunda ateşin düşmüş seni felaketzade. Ayrıca kesinlikle böyle düşünmemelisin. Bu herkesin başına gelebilecek ufak bir kazaydı ve kimsenin bunun için seni suçlamaya hakkı yok. Kim bilebilirdi ki değil mi?"
O ne derse desin kendimi suçlu hissediyordum. O Emir'di diğerleriyse içlerinden ne kadar da salak olduğumu düşünen ruh fakiri insanlar. Emir kahvesinden bir yudum alırken ona annemi ve babamı sordum. Ne halde olduklarını tahmin etmek bile istemiyordum ki fazla evhamlı bir ailem vardı.
"Annen ve baban dün fazlasıyla yoruldular ve kullandığım yüz bin ikna cümlesinden sonra onları biraz dinlenmeye ikna ettim. Merkezde bir otelde kalıyorlar. Yani bugün bana esirsin."
Son cümlesindeki vurgu beni fena halde farklı bi tarafa doğru sürüklüyordu. Kafamı toplamaya çalışarak gülümsemesine karşı koydum ve tam da hafifçe doğrulmak için harekete geçiyorken Emir'in fazla ikna edici elleri beni omuzlarımdan yakalayıp yatağa yeniden bastırdı.
"Cık cık Eylül. İki gündür kendinde bile değilsin ve şu mükemmel camdan atlama sahnesinde dublör kullanmayı akıl etmediğinden dolayı ayak bileğindeki ufak çatlaklar ve kalçandaki ezikler iyileşene kadar bu yatağa mahkumsun tatlım."
Kalçamdaki ezikler mi? Lanet olsun beni o halde görmüş müydü? Popomu mu görmüştü? Ben iğne vurunurken bile popomu açmaya utanan bir insanken Emir benim popomu görmüş müydü gerçekten? Olamaz elbette bir daha nasıl yüzüne bakabilirdim ki? Lanet olası bir utanç pek hissedemediğim ayağımdan saç diplerime kadar kırmızıya dönmemi sağlarken Emir'in ufak kahkahası beni gerçek ve acımasız dünyaya geri döndürdü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Üç...
Novela JuvenilUzakdoğuda bir inanış vardır. Bir kelebek doğar. Kanatları parlak, gören her gözü büyüleyen. Bir kelebek. Tüm ömrü tek bir günden ibaret olan bir kelebek. Ve uçmaya başlar. Büyülü kanatları parıltılar saçarak gökyüzüne yükselir. Uçar uçar ve bir kel...