Işığı kapalı sıralı evler, karanlık sokaklar ve derin sessizlik. Ellerimin arasında bir kelebelek tutarken büyük bir su birikintisinin üzerinden geçtim. Saat 4'ü geçmiş, sabah olmak üzere. Birazdan güneş doğacak ve rüyadan uyanacaktım. Telefonum birkaç kez titremişti. Evde birileri geceyi dışarıda geçirdiğimin farkındaydı ama bu umursadığım son şey bile değildi.
Meleğimin evinin önüne geldiğimizde hava da aydınlanmaya başlıyordu. Güneş bir yerlerde doğuyor ve gecenin kasvetini alıp götürüyordu. Tüm o derde ve gözyaşlarına şahit olan ay, sırtındaki ağırlık ile usul usul batarken sönen ışığı da dünyanın ne denli bozulduğunu gösteriyordu.
Hava o kadar da soğuk olmasa bile burnum kızarmış, dişlerim de titriyordu. Jimin elimi tutuyordu.
Kapının önünde durup ona döndüm. Gözleri yarım kapanmış, başını bir omzuna doğru bükmüş bana bakıyordu.
Ona doğru bir adım attım ve üşümüş bedenini kollarımın arasına aldım. En azından o çekilene kadar sarılayım istiyordum ki Jimin kollarını belime sardı. Aramızda boşluk kalmasın, ruhlarımız da sarılsın istiyordum. Orada öylece sarılarak durduk. Uykusu geldiği için fazla oyalamak istememiştim.
Kollarımı bedeninde ayırıp sarılmayı bitirdim ama uzaklaşmadım. Jimin başını kaldırıp gözlerime baktığında yakınlığı fark etmiş olacak ki bir adım geri gitti. Bir adım ona gittim. Belini tuttum ve burnumu boynuna bastırıp muhtemelen asla yapamayacağım için kokusunu içime çektim. Ona tepki verecek zaman bile bırakmadan geri çekildim ve elimin tersi ile yanağını okşadım. Tanrı bana cenneti yaşatıyordu.
Yüzündeki boş ifade gitmişti. Gözlerime bakıyordu ve ben titriyordum. Biraz daha yaklaştım ve burnum onunkine değdiğinde gözlerimi kapatıp gülümsedim, derin bir nefes verdim. Jimin çekilmedi ve ben kalbimin hakimiyetini kaybettim.
En sonunda uzaklaştığımda Jimin, yanağımı avcuna aldı. Bir kedi gibi kafamı eğerken onun kaşları çatılıydı.
- Bunu kendine yapma Kook.
Ne diyordu hiç duymuyordum. Kalbim göğüs kafesimden çıkmış ve tüm dertleriyle batan aya eşlik ediyordu. Beynim bir köşede oturmuş, yaşananları idrak etmeye çalışıyordu ve ben... Ben ölüyordum. Bu aşk beni bitiriyordu.
- Seni seviyorum Jimin.
Pişman değildim. Sanki bunu yıllar önce hatta belki doğumumdan önce söylemem gerekiyor gibi hissediyordum. Tanrının beni yeryüzüne gönderme sebebi Jimin'e aşık olmam gibiydi. Görevimi yerine getiriyor ve karşımdaki düşmüş meleği sevgiye boğmak istiyordum.
Jimin titreyen elini yanağımdan çekti. Soğuk muydu seni de titreten benim gibi yoksa kabullenemediklerimiz mi?
Hiçbir şey söylemeden kapıyı açtı ve içeri girdi. Güneş doğup ışığını her bir zerreme dokundurdu, kapının önünde ayakta duruyordum.
Telefonum tekrar titrediğinde eve doğru yürümeye başladım. Ve yol boyunca aynı karar düşüncelerimi meşgul etti: Unut Jungkook.
Yine dönüp dolaşıp aynı yere gelmiştim. Seviyor ve sonra unut diyordum. Ama sonra yine seviyordum ve eve ellerim üşüyor dönerken tekrar unut diyordum. Sonu yoktu bu çıkmazın. Unutamıyordum işte. Ancak Jimin'e sessizce onu sevdiğimi söyledikten sonra gitmesi benim için kalbimi tırnaklarıyla kanatması ile eş değerdi. Bu yüzden gitmek istedim. Her şeyden uzaklaşmak, kendimden gitmek ve hatta mümkün olsaydı dünyadan kaçmak istedim.
Kapıyı açıp içeri girdiğimde oturma odasında dolanan abim ve elini beline koymuş başını ovan annem bana döndüler. Abim yakamı tutup beni içeri çekti ve kapıyı kapattı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Melek İzi | Kookmin
FanfictionDört duvar arasında yaşam süren Jungkook'un gökyüzünü gözlerinde gördüğü Jimin'e olan takıntılı aşkı - ve bu aşkın Jungkook'un karakterinde yaptığı derin değişiklikler, izler hakkında bir kitap. 18 bölümü de Jungkook'un bakış açısıyla anlatılıyor v...