Yeni Dünyamız

50 13 2
                                    

Kır atımız çocuk gibi şendi bugün. Babam zor zaptediyordu. Dilini dışarı doğru uzatmıştı. Yorulmuyordu. Koştukça daha da tatlanıyordu ağzı. Arabaların yanından öyle bir manevralarla geçiyordu ki. Yaşının gerektirdiği form düşüklüğünü unutturmuştu Ak yeleli arabamız.

Atın bu kadar çevik hareketlerle sıyrılışları  korkuya kaptırmıştı bizi. Sallanıyorduk. Hatta tekerleği yoldaki bir çukura denk gelince düşer gibi olmuştum. Annem zor tutmuştu beni. Adana sokaklarını babamın tüm dikkatiyle bir bir geçiyorduk. Babam kan ter içinde kalmıştı. Susuzluktan dili damağı kurumuş, halden düşmek üzereydi. Daha fazla dayanamayarak Kır Atın dizginini tüm kuvvetiyle kendine doğru çekti. At aniden durmuştu. Babam arabadan inerek:

"Eh be oğlum bak nefes nefes kalmışsın. Hala koşuyosun, beni de yoruyorsun." Diye elini kır atın yelelerine koyarak nefes nefese serzenişte bulundu. Atımız art arda kişnemeye başlamıştı. Babam o halini görünce yelelerini yavaş yavaş sevmeye başladı. Babam:

"Sakin ol oğlum kızma!" Diye atı sakinleştirmeye çalışıyordu. Babam bana
doğru dönüp:

"Munis şu testiyi kap gel." Diyerek emir verdi. Testiyi hemen kaptığım gibi babama götürdüm. Testideki suyu ellerine döküyor ve at babamın hayat dolu ellerinden kana kana su içiyordu. Kır atımız doyacak ki silkelenerek başını güneşe doğru kaldırdı ve kişnedi. Babam atı alıp gölgeye çekerek, serin yerde dinlenmemizi istedi.

Bakkalın önünde serin serin oturuyorduk. Biraz dinlenmiştik. Gözüm sürekli dükkanın camlarına asılmış bisküvilere, çikolatalara ve minik oyuncaklara kayıyordu. Çocukların
bir bir bakkala gidip şekerler, cikletler aldığını görüyordum. Çocuk hali işte. Canım çekmiyor değildi. Belki ben de bir gün arkadaşlarımla birlikte, koşa koşa gelip cikletler, çikolatalar, bisküviler alabilirim ? Sahi ne güzel olurdu değil mi ?

Babam ayağa kalkıp, üstünü başını sirkeledi. Kır ata doğru yaklaştı ve atın başına geçmeden bize doğru gelip:

"Hazır mısınız? eksik bir şey var mı?" Diye sordu. Annem:

"Yok, bey. Sağ salim gidelim artık şu eve." Dedi.  Babam bana doğru göz kırparak:

"Peki sen Munis?" Bunu sorarken gözüm hala bakkalın camlarındaydı. Gülüşen çocuklar hevesle baktırıyorlardı kendilerine. İnsanın canı gidiyordu. En büyük sınavımız buydu herhalde: Nefis. Elde yokken bir şeyler istemek...
Babam bakkala baktığımı anlamıştı. Hiç bir şey demeden bakkala doğru gitti.
Ellerini pantalonunun bir sağ cebine, bir sol cebine sokuyordu. Fakat aradığını bulamıyordu. Son umutla elini ceketinin iç cebine sokarak, bir kaç kuruş para çıkardı. Ve bakkala doğru uzatarak, kafasını eğip bir şeyler anlatıyordu. Bakkal sonrasında bir poşet dolusu eşya vermişti. Babam sevindi. Teşekkürler ederek dışarı çıkmıştı. O kadar az parayla nasıl bu kadar çok şeyi alabilmişti ? Galiba minnet etmişti. Ne acı...

Babam bize doğru geldi ve poşeti bana doğru kaldırarak:

"Bak Munis'im. Çikolatalar, bisküviler, cikletler. Al hangisini yiyeceksen ye. Doyur karnını." Diyerek kafamı okşadı. Hemen poşeti bana bıraktı ve atın başına geçti. "Deehh!" Diyerek Kır atı harekete geçirdi.

Aradan Bir kaç saat geçmişti. Babam kır atı yolun sağında kalan, yokuşa doğru uzanmış bir ara sokağa yönlendirdi. Biraz ilerledikten sonra. Bir köşede atı dizgininden çekiştirince durduk. Babam indi ve atı, koynundan uzanan bağlama ipiyle çekiştirdi. Atı tahta direğin bağrına bağlayarak yavaşça yürümeye başladı.

Köşede öylece duruyorduk. Annem arabadan inip, gölgeye geçti. Bana doğru dönüp:

"Oğlum gel. Arabanın üstünde durma. Güneş kafana geçmesin." Dedi. Ama diretip arabada oturmak istedim. Güneşin tenimi tatlı tatlı okşaması hoşuma gidiyordu.

Hayatım Cebimde Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin