⁰+¹

31 2 11
                                    

"ah hayır yaa..."

duyduğum sesle kafamı çevirdim ve sokağın köşesinde duvara yaslanmış bir elinde telefonu, diğer elinde sigarası olan adamı gördüm.
bıkkınlıkla nefes verip sigarasını dudaklarına götürdü ve dizlerini kendine çekerek yavaşça yere oturdu.

sorununu biraz merak etsem de umursamayarak arkamı döndüm.

"hey! bakar mısınız?"

bir an acaba duymamış gibi yapıp yoluma devam mı etsem diye düşündüm. ama sonra pişmanlık hissedeceğimi anladım.

"buyrun?"

"sanırım yardıma ihtiyacım var..."
yerden kalkıp sigarasını ayağının altında söndürdü ve bana bakıp gülümsedi.
"buralı mısınız?"

"hayır. ama burada oturuyorum."

"anladım."

'ne istiyorsun?' der gibi baktığımda boğazını temizleyip tamamen bana döndü.

"şey buralardaki bir mekana gelmiştim. yabancıyım zaten. o yüzden bilemedim pek. bu saatte de çok taksi geçmediğini ve yolların tenha olduğunu söylediler. eve gitmem lazım. bakmam gereken bir kardeşim ve üç kedim var."

"anladığım kadarıyla bana nasıl eve gidebileceğinizi soruyorsunuz?"

gülümseyerek başını salladı. "evet."

"doğru söylemişler, pek insan olmaz bu saatlerde. otobüs, taksi de olmaz. tek seçeneğiniz taşıtlı birini bulup sizi götürmesini istemeniz."

"anladım. peki sizin arabanız var mı?"

"var ama şuan yanımda değil. burda oturuyorum demiştim, hemen şu sokakta."

işaret parmağımla ilerideki, başında market olan sokağı gösterdim. yanımdaki adam da hareketimle gösterdiğim tarafa bakıp histerik bir gülüş attı.
neden öyle baktığını da anlamadım zaten. garip biri...

"siz nerede oturuyorsunuz?"

"ah..."

biraz düşündü ama belli etmemeye çalıştı.

"buraya yakın merak etmeyin. yürüyecek kadar yakın da değil ama."

"peki sizi bırakayım o zaman."

"teşekkürler."

evime doğru yürümeye başladığımda o da etrafı inceleyerek beni takip etmeye başladı.

$♡

binanın önüne vardığımızda durdum ve ona baktım.

"evden anahtarı almalıyım."

kafasını sallayıp beni onayladı.

merdivenleri hızlıca çıkıp evin kapısını açtım ve kapının hemen yanındaki anahtarlıktan anahtarı alıp geri kapattım.

arkamı döndüğümde gördüğüm bedenle irkilsem de belli etmemeye çalıştım ve merdivenlere yöneldim.

"hava çok soğuk ama binanın içi sıcakmış."

"evet öyle."

bu sefer de fayansları incelemeye başlayan adama dönüp merdiveni işaret ederek gitmemiz gerektiğini söyledim. elini cebine sokup ardımdan yavaş adımlarla beni takip etti. binadan çıktık ve arabaya doğru yürüdük.

"ne iş yapıyorsun?"

"veteriner hekimiyim. ya sen?"

"iş arıyorum."

"gördüğüm üzere evinin içi, konumu gayet güzel. araban bile var. işsiz biri bu yaşantını görse kraliyet hayatı derdi sanırım."

söylediği şey beni gülümsetti. hatta gülmemek için zor durdum.
arabanın kilidini açıp koltuğa yerleştim ve onun da oturmasını bekledim.

"ailem bu civarın sayılı büyük zenginlerinden. babam buranın en büyük barına sahip. annem de şehir girişinde lokanta işletiyor. gelirimin hepsi harçlık yani."

daha değişik bir tepki beklerken o sadece kaşlarını kaldırıp dudağını büzdü ve başını 'vay be' der gibi salladı.

"busan çevresindeki lee bar'ı bilirsin o zaman."

konuşmasını bekleyene kadar çoktan arabayı çalıştırıp sürmeye başlamıştım.

"bilmez miyim...

başka bir şey demedim. o da güldü sadece.

yol boyunca kurduğumuz tek iletişim bana yolu tarif etmesi, benim de onu onaylamam oldu. sonunda evine geldiğimizde arabayı kaldırıma yakın bir şekilde yanaştırdım. o da kapıyı açıp kalktı koltuktan.

"teşekkürler. bu arada adın neydi?"

bir eli arabanın kapısını tutarken diğer elini bana uzattı.

"jisung, han jisung. senin?"

elimi eline uzattığımda gülümsedi.

"lee minho."

blood on his kneesHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin