15

155 28 16
                                    

"yani o şu an seninle mi?"

"evet... işten erken çıkması gerekiyordu ve ben de oralardaydım. konuşarak birlikte benim eve geldik."

"peki sorar mısın, neden telefonlarımı açmayıp beni endişelendiriyor?" bir süre durup, yanımdakine baktım. ardından iç çekerek yanıtladım. "telefonu kapanmış, daha yeni şarja soktu."

"jisung, teşekkür ederim. çıldıracağım bir gün bu ayı yüzünden... ben mi onun kardeşiyim, o mu benim kardeşim belli değil." gülümseyip felix'in kızgın, tatlı yüzünü hayal ettim. "sakin ol bebeğim ya... benimle işte, eve attım abini."

"aranızın düzelmesini istiyordum... cidden teşekkür ederim jisung. size iyi eğlenceler, onunla eve gidince görüşeceğiz."

telefon kapandı ve gülümseyip komidinin üzerine bıraktım. ardından yanımdaki koca bebekle ilgilenmek için ona döndüm. az önce gözleri kapalıyken birden açmış ve bana bakıyordu, korkmadım değil.

"teşekkür ederim." ifadesizce söyledi ve güldüm. "sana her zaman kucak açabilirim. ama yüzünü ne yapacağız..." aramızda tekrardan bir yakınlık vardı ve elim, onun dayak yemiş yüzüne gitti istemsiz. morarmış yanağına değince hızla kafasını çevirdi ve elimi havada bıraktı. "bir daha böyle bir şey olmayacağına emin olabilirsin."

bu inadından nefret ettiğim doğruydu, bir kez olsun kusursuz suratını okşasam ne vardı? bu sefer çenesinden tutup, bakışlarımızı birleştirdim. "olacağı varsa da olmaz artık, sana zarar gelsin istemiyorum. keşke söylesen kimin yaptığını." bir süre anlamsızca bakıp iç çekti.

yavaşça doğruldu ve benden uzaklaştı. olduğum yere daha çok sindim, uzanarak tavanla bakıştım. "dünkü laflarından sonra iş yerinde dayak yemen ve seni ilk ben bulmam biraz ironik oldu değil mi?" sırıttığımda, kafasını döndürüp bana baktı ve bacağıma vurdu. bu daha da hoşuma gitti. "kes sesini."

"eee... böyle mi eve gideceksin?" iç çektiğini duyunca dudaklarımı yaladım. gerçekten akıllanmıyorum... ona tekrar yakınlamak için doğruldum ve kafasını bana çevirince yakınlığımıza gülümsedim. "beraber duş almaz mıyız?"

yastığı ne ara aldı hiç göremeden bir anda yüzüme fırlattı ve tekrar geri yattım, o da kalkıp gitti. bence hate-love seviyor...

-✬-

minho evimde yemek yapıyordu... minho... benim evim... yanlış değil, rüya değil, gerçek. tanrı ömrümü azaltmış ve son günler hayallerimi yaşamama izin vermiş gibi gözüküyor. en huzurlu dakikalar.

arkasından usulca yaklaşınca gerçekten heyecandan içim ürpermişti. gülümsememi durduramadan elimi beline götürüp, kafamı omzuna yaslayacakken... bana ölümcül bakışlarla döndü ve bıçağı gösterdi.

yemin ederim psikopat.

"ama hâlâ hayalimdeki gibi, bizim için yemek hazırlıyorsun... izin verirsen sana arkandan sarılır, o bıçağı ikimiz tutardık. eh... sen romantik değilsin tabii." göz devirdiğini buradan görüyordum. "sen onu benim popoma anlat, ki şu an onunla konuşuyorsun." arkası dönük ve manzara mükemmel.

ona karşı burun kıvırarak kendime bitki çayı doldurmak istedim. suyu koymuştum fakat minho hazretlerinin umurunda olmadı. çayımı doldurup oradan uzaklaşmak istedim ama ikimiz de birbirimize girince, elimdeki çayı yanlışlıkla biraz kendi üzerime ve biraz da onun üzerine döktüm.

"ha siktir ya... bebeğim iyi misin? bir şey var mı?" elimdeki yarısı boşalmış bardağı tezgâha koyup, ona döndüm. çoğu benim üzerime döküldü ve çok sıcaktı. ama onun da eline denk geldi. üflediği elini kendi ellerim arasına aldım. "özür dilerim, of... ikimiz de aynı anda hareket ettik, mutfak küçük zaten. acıyor mu?"

"jisung... aptal mısın? sen şu hâlini görmüyor musun??" kaşlarını çatarak bana bakarken yutkunup ellerimi çektim. "odada üzerimi değişirim. sen eline buz tut tamam mı? hemen geliyorum." endişeli gözlerini ilk kez görüyorum, bu benim için değerli tabii ama ona nazaran ben daha çok korkmuştum.

minho'yu geride bırakıp hemen kendi odama gittim. tişörtüm sırılsıklam olmuş, çıkarıp attırıverdim yatağa. daha sonra kasıklarıma doğru tenimin kıpkırmızı olduğunu ve aşırı acıdığını fark ettim. "ananı sikeyim ya, elimin ayarını sikeyim..." öyle böyle bunun geçmesi gerekti. ama sorun etmedim, çünkü mutlaka geçer giderdi o da. iç çekip dolabıma adımladım ve kazak aradım on saat.

ben giyinmeden aniden odaya daldı minho. "jisung, buz getirdim-" elindeki buzla bana değil, bedenime bakıyor. bunun hoşuma gitmesi gerekirdi ama gitmiyor... hiç gitmiyor hem de. istesem onun yanında tişörtümü çıkarırdım ama yapmadım, odaya geleceğini hiç düşünmeden kilitlemedim bile.

fakat gördü işte, tüm kusurlarınızı sevdiğinizin önüne bırakın ve çekip gidin. sonra ardınıza bakınca onun da gittiğini görürsünüz. ya da sadece o can yakıcı bakışlarla tanrı sizi cezalandırır... ilk kez başıma geliyor.

kendi ölümümü bekler gibi öylece ona baktım ve tepki vermeyince tekrar kazak aradım kendime. sanki minho yokmuş gibi giydim ve ona doğru adımladım, fazlasıyla sakinim ama o bir şey dese içim paramparça olur.

"neden omuzlarında çizikler var?" bana sorduğu ilk soru buydu ve benim de yanıtım, "ruhum acı çekmesin diye," oldu.


-

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: May 03 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

the hollow boysHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin