26

315 27 16
                                    

Üç günün sonunda yoğun bakımdan normal odaya alındığından beri onu ilk kez görüyordum

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Üç günün sonunda yoğun bakımdan normal odaya alındığından beri onu ilk kez görüyordum. Uyandığı ilk birkaç saati ailesiyle geçirmişti, onlar yanından ayrıldığında ise dayanamayıp ben girmiştim odasına. Ona yemek yedirirken onu ne kadar çok sevdiğimi onsuz üç günün sonunda çektiğim ızdıraptan anlamıştım.

Onsuz her saat o kadar kötüydü ki...

İşkenceydi.

Istırap, acı, bulantı, vurgun, ölüm, verem, hastalıktı.

O kapının ardında her saniye korkuyla oturmak tarif edilemezdi. O kapıdan çıkıp bana gülümseyerek bakamayacak olması asla düşünmek istemeyeceğim acıların habercisiydi.

Ama gülümsedim.

Tüm dünyayı hayran bırakan gülümsemeleri karşısında gülümsemeden nasıl yaşarım diye düşünmeden gülümsedim.

Sen yedi yirmi dört gülen biri.

Ben gülmelerin karşısında ölen biri.

Şu an gözlerime bakıyorken ölecek olmasını aklım almıyordu.

Benden önce ölürse gömün beni.

Onu gömdüğüm yere gömün beni.

Gülmeleri biterse gülmelerim olmazdı sanıyorum.

Güldüğün kadar öldür beni.

Sensiz gülersem öldür beni.

Yemesine izin verildiği iki gram yemeği bitirdiğinde başından öptüm.

Hali yoktu. Gözlerime bakıyor, konuşuyor, gülümsüyordu ama bakışı, gülümsemesi, konuşması yok denilecek kadar vardı.

"Hastaneden çıktığında şehir dışına çıkalım mı beraber?"

"Sence çıkabilir miyim buradan?"

Soru sorar gibiydi ama sorudan uzaktı söylediği.

"Çıkarsın tabii. Çıkınca izin alırım ailenden. Tatile gideriz beraber. Sence peri bacalarına mı gidelim? Balonlara bineriz. Gökyüzünü en yakından seyrederiz. Bu sefer yeryüzü bize uzak olur ama olsun. Gök iyidir..."

"...Ya da Karadeniz'e gidelim. Yeşille iç içe oluruz. Doğa kampı yaparız. Yürürüz, bulutların altında gezeriz. Biliyor musun Karadeniz'de bulutlar hep insanların üstünde. Dokunabileceğin kadar yakın, yağmur bulutları."

Gülümsedim. Bu inanılmazdı. "Yağmurda ıslanırız delicesine. Üşürüz belki. Ama ısınırız, taze çaylardan içeriz. Sen kahveyi daha çok seviyorsun ama ols-"

"Batın."

"Vera'm?" Başımı yana yatırdım.

"Sence de çok güzel olmaz mı?"

"Batın," dedi bir kez daha.

"Çok, çok güzel olur ama yapamayız."

Sesi buruktu, uyandığından beri bütün umudunu yitirmiş gibiydi.

"Vera... Yaparız. Noldu sana? Sen böyle olumsuz konuşmazdın... Planları hep sen yapardın, noldu sana?"

Bileğimi tuttu. Elleri soğuktu.

Neden bu kadar soğuk ellerin?
Ölümün habercisiyse dayanmaz kalbim.

"Batın ben... Ben her zaman yaşarım diye ümit ettim ama artık ölüme yakın hissediyorum kendimi. Özür dilerim, bunu sana söylemek istemezdim ama ilk defa bu kadar yakın hissediyorum."

Hayır.

Hayır!

Tuttuğu yerden dondu kanım. Ellerindeki soğukluk vücuduma da bulaştı.

Başımı hızla salladım olumsuzca.

"Çok az kaldı Batın. Sonuma az kaldı."

Sesi kısıldı. Fısıltıydı artık. Zaten kulaklarımda duyacak takat da kalmamıştı.

Derin bir iç çekti, içim çekildi.

"Vera," dedim aniden hatırladığım şeyle.

Kaşları hüzünlü bakışlarının üzerinde havalandı.

"Tren raylarına gidelim."

"Trene binelim Vera..."

Başını salladı olumluca, yavaşça.

İkimiz de biliyorduk zamanının geldiğini.

Vaktimizin kalmadığını, yetmeyeceğini.

Korkuyorduk, kabullenmiyorduk. Kabullenemiyorduk ama biliyorduk.

Vaktimiz daralıyordu.

"...Orada evlenelim."

Bir Kansere Ölmem | TextingHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin