3. Kırmızı Gözler

305 13 2
                                    

Anlattıkları tek şey Tae'nin fazla sarhoş olup kendini kaybetmesiydi. Ben de farklı bir şey düşünmemiştim zaten.

"Tamam Jimin'i anlıyorum. Yıllarca beni korumak için elinden geleni yaptı. Jackson'a ne oldu birden? Etrafındakilere dikkat et filan diyor bana. Abartmadı mı biraz?" dedim lokmamı ağzıma atarken.

O sırada üçü de birbirlerine baktılar usulca.

"Dans ettiniz ya. Belki gereksiz anlamlar yüklemiştir." Jimin'in yorumu gayet mantıklıydı. 

"Peki sen Jungkook?" dedim ona kafamı kaldırıp bakarken. Beyaz keten bir gömlek giymişti. Fazlasıyla yakışıklıydı. Utanmasam kahvaltıda sadece izleyerek Jungkook'u yiyebilirdim. "Sen neden gereksiz bir korumaya geçtin? Sarhoş olan birini öpmemde ne gibi bir sakınca vardı senin için? " dedim. O da soruyu duyunca kafasını kaldırıp suratıma baktı.

" Sana da merhaba. İsmim Jungkook. Senin ismin?" dedi ve o da lokmasını ağzına attı. Suratıma bakarak.

"Kusura bakma. Dün etrafınızda o kadar çok kız vardı ki, tanışmaya fırsatınız olmadı." dedim kaşlarımı çatıp suratına bakarak.

"Ne o? Kıskandın mı?" sırıtıyordu.

"Nereden anladın?" dedim ben de sırıtarak.

"Sadece Tae'nin kötü duruma düşeceği bir şey yapıp bir sonraki gün pişman olmasını istemedim. O kadar. Sana aşık olduğum için seni korumaya geçtiğimi mi düşündün? Öylece ha? Seni görür görmez?" dedi alayla.

Yakışıklı olduğu kadar da sinir bozucuydu aynı zamanda.

"Tae'nin yerinde olmak isteyebileceğini düşündüm." dedim ukala bir tavırla. Sırıtan suratını tabağından kaldırıp bana baktı. Artık sırıtmıyordu. Aklından neler geçtiğini de anlamama izin vermeyen bir yüz ifadesi vardı.

"Vien." dedi Jimin hafifçe öksürerek.

"Ne var? O bana istediğini söyleyebiliyor. Ona niye bir şey demiyorsun?"

Bir süre sessiz kalıp yemeğimizi yedik. Haftasonu olduğu için herkes rahattı. Yarın yine iş başı yapacaktık. Sessizliği bozan Tae'nin sesi oldu.

"Jimin akşam ava çıkacağız."

Jimin şok olmuş bir şekilde Tae'ye bakıyordu. Jungkook'un da içtiği su sanırım boğazına kaçmış olacak ki öksürüp duruyordu.

"Öküz müsün sen ya? Bari benim yanımda söyleme." dedim. Bu sefer de hepsi şok olmuş bir şekilde bana baktı.

"Niye bu kadar şaşırdınız? Geçip de bir kızın yanında ava çıkacağını söylemesi doğru mu yani? Sen gidemezsin Jimin, izin yok sana. Bu evin kuralları var küçük bey."

Ayağa kalktım ve masadakileri kaldırarak mutfağa götürdüm. Arkamdan gelen birisi olduğunu fark ettim.

"Vien. Akşam Jimin'in de gelmesi lazım." dedi Tae peşimden gelirken.

"Nedenmiş efendim?" dedim elimdekileri tezgaha bırakarak.

"Öyle gerekiyor."

"Gerekmiyor. Gelemez."

"Akşam Jimin de bizimle gelecek." dedi öküzün teki mutfağa girerken.

"Gelmeyecek." dedim karşısına geçerek. Elindekileri sağımdan solumdan geçirerek beni iyice tezgaha yasladı Jungkook. Tabakların tezgaha değme sesi geldiğinde resmen burun burunaydık.

"İddiaya girelim mi?" dedi dudaklarıma fısıldayarak. Başımı döndürecek bir hareketti.

"Girelim." dedim ben de ona daha çok yanaşarak. Dudaklarının dudaklarıma değmesine ramak kalmıştı.

"Kaybeden, kazananın istediğini yapacak. Tamam mısın?" dedi. Gözlerini dudaklarıma kısa süreli indirmesinin ardından yeniden gözümün içine bakmaya başlamıştı.

"Ben kaybetmem." dedim bunu söylerken resmen dudaklarımın ucu dudaklarının ucuna dokunmuştu. Onu baştan çıkarmaya çalışırken kendim çıkıyordum. Yutkunduğunu duydum. Öylesine güçlü bir yutkunuştu ki bahçeden bile duyulabilirdi.

Hızla geri çekildi ve yine aynı hızla mutfaktan çıktı.

Mutfağı topladıktan sonra bahçeye çıktım. Sadece Jimin kalmıştı. Bugünkü görevim Jimin'i dışarı çıkartmamaktı.

"Neden görüşürüz demediler giderken?" dedim masaya oturarak.

"Bilmiyorum. Jungkook acil bir telefon geldiğini söyledi ve gittiler. Akşama görüşeceğiz zaten." dedi sandalyesinde geriye yaslanırken.

"Jimin gitme bugün, ben bir sürü plan yaptım." dedim suratımı üzgün bir sıfata çevirerek.

"Gitmem lazım Vien. Zorunda olmasam kalırdım biliyorsun."

"Jimin lüüütfeeen. "

olumsuz anlamda kafasını salladı.

"Jackson'la buluşurum o zaman ben de."  Blöf yapıyordum. Eminim kalacaktı.

"O nereden çıktı? Telefon numarasını ne ara aldın?"

"Jackson seni rahatsız mı ediyor?"  şüpheli gözlerle suratına bakıyordum.

"Hayır. Niye etsin? Bu muhabbet biraz hızlı ilerlemiş gibi geldi o kadar." kafasını başka tarafa çevirerek cevaplamıştı.

"Neyse ben diyeceğimi dedim. Madem sen yoksun bugün, o zaman ben de Jackson'ı eve çağırıp onunla vakit geçiririm."

"Bir saniye bekler misin?" benden uzaklaşıp telefonunu eline aldı. Epey uzaklaşmıştı ama bağırıp çağırma sesleri geliyordu. Yine neden öfkelenmişti acaba?

Bırak daha konuştuktan sonra hızlı adımlarla yanıma gelip yerine oturdu.

"Ben akşam gideceğim. Maalesef kalamam."

Bu defa şaşırmıştım işte. İki tane takılacağı kız benden daha mı değerliydi yani onun için?

"İki tane kız için ha?"

"Hayır. Başka işlerimiz var. Senin bilmen gereken bir şey olsa söylerdim." Sinirlenmişti. Uzun zaman sonra bana sinirli tarafını gösteriyordu.

"Kusura bakma sanırım gereksiz bir ısrarda bulundum. Odama geçip biraz dünkü yorgunluğumu atacağım. Giderken uyumuyor olursam yanına gelirim. Uyuyor olursam da kendine dikkat et." dedim yerimden kalkıp odama doğru çıkarken.

Yatağıma yattığım gibi gözlerimi yumdum ve biraz uyumaya çalıştım. Sonrasında zaten çabucak uykuya dalmıştım.


.........................




Uyandığımda hava karanlıktı. Yavaşça merdivenlerden aşağı inmeye başladım. Çok susadığımı fark edip adımlarımı mutfağa yönlendirdim. Dolaptan soğuk su dolu cam şişemi alıp kafama dikmeye başladım. Bu sırada sokak ışıklarının kesilmiş olduğunu fark ettim. Sanırım elektrikler gitmişti. Benim de gözlerim karanlığa o kadar alışmıştı ki ışığı açmaya hiç gerek duymamıştım.

Suyumu içmeye devam ederken, evin penceresinden bir çift kırmızı gözün bana baktığını fark ettim. Fark ettiğim an elimdeki şişeyi yere düşürdüm ve şişenin kırılmasına sebep oldum. Kafamı yere düşen şişeden kaldırıp cama baktığımda o gözlerin hala bana baktığını fark ettim. Kalbim yerinden çıkacaktı. Bu defa sarhoş değildim. Bu da neyin nesiydi?

Telefonumu aşağı inerken yanıma aldığım için kendime bir takım övgüler yağdırırken arama kısmına girip Jimin'in telefon numarasını tuşladım. Açmıyordu. Diğerlerinin telefon numarası da bende yoktu ki... Aklıma Jackson'ı aramak o an geldi. Tam da ihtiyacım olan andı. İki kere çaldıktan sonra telefonun açılma sesini duydum. Gözler ise bu arada hala üzerimdeydi.

"Jackson." dedim sessiz ve panik olmuş bir şekilde

"Kimsin?" 

"Vien. Jackson lütfen gelebilir misin? Sanırım bir çift kırmızı göz evimin penceresinden beni dikizliyor. Bilmiyorum nasıl mümkün-"

"Geliyorum. Korkma, kaçma. Sadece bekle olur mu? Telefonu kapatma. Sesini duyacağım gelene kadar."

"Korkuyorum." dedim. Sesim ağlamaklı çıkıyordu.

"Vien sadece bekle. Herhangi bir şekilde kaçmanı istemiyorum. Kaçarsan başarılı olacağını zannetmiyorum. Arabadayım. Az bir mesafe yolum kaldı." Bu arada bakışlarımı yere indirdim. Her yer göremediğim cam kırıklarıyla doluydu. Bir korku filminin içerisinde ölmek üzere olan baş rol gibi hissediyordum kendimi.

Kafamı kaldırdığımda kırmızı gözlerin gitmiş olduğunu gördüm. Panik yapmıştım. Görmem gerekiyordu. Görmezsem bana bir şekilde ulaşabileceğini düşünüyordum. Hızla önümdeki cam kırıklarını umursamadan merdivenlere doğru koşmaya başladım. Bu arada kırıklar ayağımda bir sürü kesik oluşturmuştu. Bastığım cam kırıklarının bir kısmı ayağımda kalmıştı ve ben üzerine bastıkça daha derine batıyordu. Canım çok acıyordu ama kaçmak zorundaydım. Bir yandan ağlıyor bir yandan da canımın acısıyla odama çıkmaya çalışıyordum.

"Vien iyi misin? Neler oluyor?" dedi tedirgin bir şekilde Jackson. Bağırıyordu bir yandan.

Evin önündeki araba fren sesini o an duydum. Odamın kapısının kenarına kadar gelip odaya kendimi zar zor atıp kapıyı kapatıp kilitledim. Alt kapının zorlanma sesi geliyordu. Bir yandan Jackson'ın bağırma seslerini duyuyordum. Canım o kadar çok acıyordu ki ağlamaktan başka bir şey yapamıyordum.

"Kapıyı aç." diye bir bağırma daha duydum. Hem telefondan geliyordu ses hem de dışarıdan. Kapıyı kırmaya çalıştığını güm güm diye gelen seslerden fark ettim. Nihayet başarmıştı. 

Hiçbir yere bakmadan direkt merdivenlerden yukarı doğru çıktığını adım seslerinden duyuyordum.

"Vien. Kapıyı açar mısın?" dedi panik olmuş ama hala kibar çıkmaya çalışan ses tonuyla. Elimle kapının kilidine uzanıp açmaya çalıştım. Ancak ayaklarımdan destek alamadığım için uzanmak çok zor oluyordu. Biraz daha zorladıktan sonra kapıyı canım acıya acıya açmıştım.

Bu sırada nihayet elektrikler gelmişti. Jackson telaş içerisinde odaya girdi ve kısacık bir süre beni süzüp ayaklarıma doğru eğildi.

"Tamam sakin ol. Halledeceğiz." dedi ayaklarımı avcunun içine alıp incelerken. Kafasını bir süre arkaya doğru çevirip bana geri döndü.

"Şimdi hastaneye gidiyoruz. Ve sen sakin oluyorsun. Her şeyi halledeceğiz tamam mı? Sakin ol. Biliyorum canın yanıyor. Geçecek. " bu arada beni kucağına almıştı ve merdivenlerden indirmeye başlamıştı. Bir yandan giderken, bir yandan da beni telkin etmeye çalışıyordu.

Arabanın arkasına beni uzandırdığında artık canımın acısına daha fazla dayanamayarak bedenimi karanlığa teslim ettim.

Sevgili Vampir Sevgilim | JJKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin