Yeşilliklerle dolu küçük balkonumun bir köşesinde oturmuş, konsere yetişebilmek için koşturan ve insan trafiğinde kaybolan Sera'yı bekliyordum. Yolun başında görünen kıvırcık turuncu saçlı minyon kızla istemsizce gülümsedim. Genelde geç kalmak hiç adeti değildir hatta her yere herkesten önce gidip beklemeyi huy edinmişti. Ben de yavaşça yerimden kalkıp balkonun kapısını kilitledim ve aynanın karşısında Sera'nın aksine kumral dümdüz saçlarımı son kez düzeltip evden çıktım. Merdivenlerden uçarak indiğimde kapının karşısında gülümseyerek bekleyen Sera'yla selamlaştık.
'Aşkım çok beklettim mi ya?' Gülümseyerek koluna girdim ve Galata'dan aşağı doğru yürümeye başladık. Konser Kadıköy tarafındaydı o yüzden vapurla hızla varırız diye düşünerek benim evimde buluşma kararı almıştık.
'Sera geç kalsak ne olacak sanki her türlü içeri alırlar zaten bedava konser bulmuşuz boşver.' Sakince konuştuğumda derin bir nefes verdi.
Havadan sudan sohbetlerimizle yolumuz konser alanına vardı. Bedava olması nedeniyle fazlasıyla kalabalıktı. Sera'nın keşke erken gelseydik tarzında söylenmelerini duymamaya çalışarak etrafa bakındım. Madrigal çok tanıdık bir grup değildi ama çok iyi şarkıları vardı. Gelmek de Sera'nın fikriydi. Çalışma vakitlerimizin asla uyuşmaması yüzünden tek fırsat bulabildiğimiz konser buydu. Ben tam zamanlı bir ilkokul öğretmeniydim, Sera'ysa serbest çalışmasına rağmen asla vakti olmayan bir tasarımcıydı.
Nihayet konser alanına girebildiğimizde rahatlamıştım. Kalabalık alanları pek sevmiyordum ama bir geceliğine de olsa eğlenmeyi çok istiyordum. Konser başlarken duyduğum çığlıklarla sabah nasıl bir baş ağrısı ile uyanacağımı tahmin edebiliyordum.
Konser sonunda Sera'nın ısrarıyla sahne arkası kuyruğuna girmiştik. O da benim gibi grubun sadece iki üç şarkısını bildiği halde niye ısrar ettiğini anlamamıştım, yine de arkadaşımla geçirdiğim kısıtlı zamanları hızla tüketmek istememiştim. Sıra hızla ilerleyip bize geldiğinde Sera kıvırcık saçlarını zıplatarak siyah saçlı çocuğun yanına gidip konuşmaya başlamıştı bile. Olduğum yerde çekingence durup hepsine tek tek gülümsemiştim.
'Selaam fotoğraf?' Ağzı burnu kaymış şekilde yanıma gelip gülümseyen çocuk grubun solistiydi ama adını hatırlamıyordum. Alkol kokusu genzimi yakarken nasıl ayakta sağlam durduğunu saniyelik olarak sorguladım. Çocuğun gülümseyerek bana bakmasıyla yanıt beklediğini hatırladım ve kafamı sallayarak telefonumu çıkartıp bir iki tane selfie çektim.
'Güneş ben bu arada.' Elimi uzatıp adını söylemesini dilerken sadece elimi sıkıp gülümseyerek yanımdan ayrıldı. Bu kadar içmekten ne anlıyorlardı acaba? O sırada Sera yanıma gelip kolumdan çekiştirdi.
'Güneş bak bu Sanlı o da tasarımcı aynı benim gibi.' Sera gülerek bizi tanıştırdığında niye sahne arkası için ısrar ettiğini şimdi anlamıştım.
'Güneş güzel isimmiş.' Bunun da ağzı burnu yamuktu. Bedava alkol mü dağıtılıyor buralarda? Gülümseyerek elini sıktığımda biraz uzun tuttuğunu hissettim.
'Öyledir teşekkür ederim.' Seslice güldü. 'Baya mütevaziyiz.' Ay boş yapma. Benim terslemek üzere olduğumu farkeden Sera hemen araya girerek o sevimli gülümsemesiyle konuyu hemen işlere getirdi. Bu adam bu kafaya rağmen nasıl işleri konuşabiliyordu hala. Onlar sohbetlerine devam ederken odaya bir sürü hayran girip çıktı, bense bulduğum koltuğun bir köşesine oturup sohbetlerinin bitmesini bekledim.
Sera bana göre daha güler yüzlüydü, yani suratına bakıldığında yanaklarını sıkıp hemen arkadaş olmak isteyebileceğiniz biriydi. Kıvır kıvır saçları da bu karaktere cuk oturuyordu. Görünüşünün aksine insanlarla çok fazla samimiyeti sevmezdi. Ben de onun tam zıttı olarak dışarıdan buzdolabını andıran bir görünüşüm vardı. Soğuk suratımla insanlar benimle konuşmaya pek yanaşmazdı. Yine de birbirimizi bulup bir şekilde arkadaş olmayı başarmıştık. Görünüşlerimizin aksine kafalarımız uyuşuyordu.