İşlerimiz bitince Alp benden ayrılıp Palm Springs’in merkezindeki dairesine doğru yola koyuldu. Bana
da orada kalmamı teklif etti ama kibarca reddedip bir otel buldum. Druidlerin bonkörlüğüne
minnettardım doğrusu.
Diğer yandan, Alp Atalay ile aynı çatı altında kalmamak için parayı kendi cebimden bile verirdim.
Odama hafif bir akşam yemeği söyleyip Alp ile arabadaki onca saatten sonra yalnızlığımın keyfini
çıkardım. Sonra üstümü değiştirip annemi aramaya karar verdim. Bir süre için babamın hoşnutsuzluğundan
uzak kalacağıma sevinsem de annemi özleyecektim.
O arabalar iyidir, dedi arabacıdaki maceramızı anlattığımda.
Annem, babam gibi birine hiç uygun
olmayan, özgür bir ruhtu. Babam bana büyü kullanmayı öğretirken annem arabamın yağını nasıl
değiştireceğimi göstermişti.
Druidler, Druidlerle evlenecek diye bir şart yoktu ve doğrusu annemle
babamın nasıl olup da bir araya geldiklerini çok merak ediyordum. Belki de babam gençken bu kadar gergin
değildi.
Öyledir herhalde, dedim. Suratımı asıldığı sesimden belliydi. Annem, yanındayken kusursuz ve mutlu
görünmek zorunda kalmadığım birkaç insandan biriydi. Duygularımızı dışa vurmamız gerektiğini söyler
dururdu.
Sadece, fazla seçme hakkımın olmamasına bozuluyorum galiba.
Bozulmak mı?
Bana bu konudan hiç bahsetmemesine ben köpürüyorum, dedi.
Seni böyle kaçırdığına
inanamıyorum.
Sen benim kızımsın, canı istediği zaman oradan oraya götürebileceği bir eşya değil.
Tuhaf
ama bir an için annem bana Emma'yı anımsattı. İkisi de hiç tereddüt etmeden akıllarından geçeni söylerdi. Bu
özellik bana çok garip ve değişik gelirdi.
Bazen de, kendi kontrollü ve usturuplu tarzımı düşününce acaba
tuhaf olan ben miyim diye düşünürdüm.
Bütün ayrıntıları bilmiyordu, dedim otomatikman onu savunarak. Babamda bu öfke varken bir de karı
koca birbirlerine kızgın olurlarsa evdeki hayat Eva ve tabii ki annem için çekilmez olurdu. En iyisi huzuru
sağlamaktı. Ona her şeyi anlatmamışlar.
Bazen onlardan nefret ediyorum. Annemin sesi hırıltılıydı. Bazen ondan da nefret ediyorum.
Bunun üzerine ne söyleyeceğimi bilemedim.
Babama kızıyordum elbette ama sonuçta benim babamdı.
Yaptığı birçok zor seçimin nedeni Druidlerdi ve bazen ne kadar gerilsem de druidlerin yaptığı işin
önemini biliyordum. İnsanların vampirlerden korunması gerekiyordu. Vampirlerin var olduğunu bilmek
paniğe yol açardı. Daha da kötüsü, bazı zayıf iradeli insanlar ölümsüzlük için ruhlarını satıp Strigoi’ların
kölesi haline gelebilirdi. İtiraf etmek istemeyeceğimiz kadar çok yaşanmıştı bu olay.
Ben iyiyim anne, dedim onu yatıştırmak için. Hiçbir sorunum yok. Artık başım dertte değil, hatta
Amerika’dayım.
Gerçi başımın dertte olmadığına tam olarak emin değildim ama en azından sonraki
söylediğimin onu yatıştırmasını umdum.
Emir, Palm Springs’teki yerimizi gizli tutmamız gerektiğini
söylemişti ama yakınlarda bir yerde olduğumu söylemem o kadar da problem olmazdı. Hem annem her
zamankinden daha kolay bir iş aldığımı düşünebilirdi. Biraz daha konuştuk.
Annem, ablam Mina'dan haber
aldığını söyledi.
Üniversitede her şey yolundaymış. Bunu duyunca içim rahatladı. Eva'nın nasıl olduğunu da
çok merak ediyordum ama sormamak için kendimi tuttum. Telefona gelir de sesinden bana hala kızgın olduğunu
anlarsam çok üzülürdüm. Ya da belki de daha kötüsü, benimle konuşmak istemezdi.
Yatağa girdiğimde biraz hüzünlüydüm. Keşke bütün korkularımı ve güvensizliğimi annemle paylaşabilseydim. Normal anne kızlar öyle yapmaz mıydı? Eminim annem beni seve seve dinlerdi. İçini dökmekte zorlanan bendim. Druidlerin sırlarına o kadar dalmıştım ki normal bir genç kız olmayı
unutmuştum.
Uzun bir uykudan sonra, sabah güneşi penceremden içeri süzülürken kendimi çok daha iyi hissediyordum.
Yapacak bir işim vardı ve bir amacım olması kendime acımamı engelliyordu. Bunu Eva, Moroi ve insanlar için yaptığımı hatırladım. Böylece kendime odaklanıp güvensizliklerimi bir kenara attım. En azından şimdilik.
Öğlen gibi Alp'i alıp Barın ve bize yardım edecek münzevi Moroi’yi karşılamak üzere şehir dışına doğru
yola koyuldum.
Alp'in, adamla ilgili söyleyecek çok sözü vardı.
Atilla,
yeğeninin Los Angelestaki ölümünden beri üç yıldır Palm Springs’te yaşıyordu.
Belli ki yeğeninin ölümü
adamda bir tür travma yaratmıştı. Onunla başka işlerde birkaç kez karşılaşan Alp, adamın akıl sağlığıyla
ilgili alaycı şakalar yapıp durdu.
Beynine yeterince kan gitmemiş, anladın mı? dedi gülerek.
Bahse varım bu espriyi yapmak için
günlerdir fırsat kolluyordu.
Komik olmayan şakalar birbirini izledi.
Atilla'nın evine yaklaştığımızda sonunda sustu, şimdi
biraz huzursuz görünüyordu. Birden aklıma bir şey geldi.
Şimdiye kadar kaç Moroi’le tanıştın? diye sordum anayoldan çıkıp uzun, kıvrıla kıvrıla giden bir araba
yoluna girerken.
Palm Springs’in genel mimarisine aykırı gri tuğlalardan yapılmış kutu gibi ev, gotik bir
filmden fırlamış gibiydi. Güney California’da olduğumuzu hatırlatan tek şey evin etrafını saran palmiye
ağaçlarıydı. Garip bir zıtlıktı doğrusu.
Yeterince, diye kaçamak bir yanıt verdi Alp.
Onlarla takılmak benim için sorun değil.
Sesindeki güvenin zoraki olduğu belliydi. Bu iş konusundaki küstahlığına, Moroi ve dampirlerle ilgili
yorumlarına ve davranışlarımla ilgili yargılarına rağmen Alp'in insan olmayanların yanında olma fikrinden
acayip rahatsız olduğunu fark ettim. Onu anlayabiliyordum. Çoğu Druidler aynı tepkiyi verirdi. İşimizin
büyük kısmında vampir dünyasıyla ilgilenmezdik. Asıl ilgilenilmesi gereken insan dünyasıydı. Kayıtların
ortadan kaldırılması, şahiderin rüşvede susturulması gerekirdi. Druidlerin büyük bölümü, asıl
meselelerimizle çok az temas kurardı. Çoğu Druidler, onlarla ilgili bilgileri ailelerin öğrettiklerinden ve
duydukları hikayelerden edinirdi. Alp, Atilla ile tanıştığını söylemişti ama başka Moroi’lar veya
dampirlerle zaman geçirip geçirmediğinden bahsetmemişti. Fakat yakında buluşacaklarımıza benzeyen bir
grupla kesin takılmamıştı.
Ben de vampirlerle bir arada olmaya bayılmıyordum ama bu durum beni eskisi kadar da korkutmuyordu.
Emma ve arkadaşları sayesinde biraz alışmıştım. Hatta sadece birkaç Druidlerin ziyaret ettiği Moroi Kraliyet Sarayı’na
bile gitmiştim. Medeniyetlerinin kalbinden zarar görmeden çıktıysam bu evin içinde bana hiçbir şey
olmazdı. Yine de itiraf etmeliyim ki Atilla'nın evi korku filmlerinden fırlamış, perili bir ev gibi
görünmeseydi işim çok daha kolay olurdu.
Kapıya yürürken şık, resmi Druid giysilerimizle uyumlu bir görüntü sergiliyorduk. Doğruya doğru,
Alp üstüne başına çok dikkat etmişti. Üstünde haki bir pantolon, beyaz bir gömlek ve lacivert ipek kravat
vardı. Gömleğin uzun kolları bu sıcak havada pek doğru bir seçim değildi sanırım.
Eylül ayında olmamıza
rağmen ben otelden çıkarken hava otuz iki dereceydi.
Kahverengi eteğim, çoraplarım ve kısa kollu, çiçekli
bluzumla ben bile sıcaklamıştım.
Yine de epey uyumluyduk.
Alp kapıyı çalmak için elini kaldırdı ama kapı biz daha çalmadan açıldı. Kendimi ne kadar
sakinleştirmeye çalışsam da huzursuzlukla irkildim.
Kapıyı açan genç bizi gördüğüne şaşırmış gibiydi.
Bir elinde sigara paketi vardı ve sanki sigara içmek için
dışarı çıkmış gibi görünüyordu. Durup bizi bir kez daha inceledi.
Evet?
Misyoner misiniz, pencere mi satıyorsunuz?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÇARPIŞMA
Novela JuvenilAlmira Demir. O bir Druid. Ve vampirlerden nefret ederek yetişmiş bir genç kız. Üstelik Druidler onun üzerinde son derece büyük baskı oluşturuyorlar. Büyüyle uğraşarak insanların dünyasıyla vampirlerinki arasında köprü görevi gören, vampirlerin sır...