2. Bölümümüzle karşınızdayız. Keyifli okumalar ☺
🌊☁️"Gözlerini açtığı beyaz tavanda gördüğü renk canını yakıyordu. Her zamanki gibiydi, her gün gördüğü gibiydi.... Görmek istemiyordu. Gördüğünde ise kendini öldürmek istiyordu ama.. yapamıyordu. Düşüncelerinden kurtulmak istedi yatağından doğruldu komodinde bulunan ilacı ve suyu içti. Yapması gereken şeylerdi ve yine yaptı. Yerdeki beyaz terlikleri ayağına geçirdi. Masanın üzerinde duran kahvaltı tabletini umursamadı, karnı aç değildi. Kapıyı yavaşça açtı. Kulakları tırmalayan gıcırtı sesine aldırış etmeden yürümeye başladı. Odadan çıkmadan evvel beyaz şapkasını kafasına takmayı unutmadı. Unutamazdı çünkü. Unutursa her şey daha da kötü olurdu. Biliyordu. Koridordan geçerken gözleri beyaz fayansların kirlenerek oluşturduğu gri rengindeydi. Gri dedi kendi kendine en azından beyaz kadar acı vermiyor. En azından göremiyorum bakınca griye. Oysa beyaz koskoca bir sinema perdesi gibi önüme seriyor her şeyi bir anda ve o zaman ölüyorum yeniden. Koridoru aştıktan sonra ana hole geldi. Herkes kendisi gibiydi yine ,hemşirelerin yanında ilaçlarını içmemek için direnenler, bir anda sinir krizi geçirenler, şarkı söyleyip dans edenler, bir köşede sessizce oturanlar, fıldır fıldır dönen gözlerle kendine zarar vermek isteyenler.....
Onlardan gözlerini çekti ve bahçeye ilk adımını attı. Yeşil çimlerdeki adımlarının kendisini biraz rahatlatmasını istiyordu. Bir ağacın altındaki gölgeyi gözüne kestirdi ve oraya doğru adımladı. Yere yavaşça oturdu gözlerini yukarıya kaldırmadı her günkü gibi. Bahçedekileri izlemeye koyuldu.
Esra Hanım yine küçücük bir çocuk olduğunu sanıp yanındaki hemşiresinden ağlayarak pamuk şeker istiyordu. Hemşire ise 48 yaşındaki kadını ikna etmek için çabalıyordu. El hareketlerinden belliydi ne kadar telaşlı olduğu genç hemşirenin. Genç olduğunu düşünüyordu çenesinden yukarısına bakmamıştı. İnsanların yüzüne bakamaması yeni bir şey değildi. Gözlerini Esra Hanım ve hemşiresinin olduğu bölgeden ayırarak yerdeki karıncaları izlemeye koyuldu. Kış için daha şimdiden yemek taşımaya başlamışlardı yuvalarına. Küçük kırıntıları sırtlarına almış upuzun bir sıra hâlinde sol tarafında duran yuvaya götürüyorlardı. Herhalde Hazirandayız dedi. Başına ağrı saplanmıştı. Haziran...Güzel şeyler olacağı ama olmayan kabus ayı....
Ne çabuk geldi yine Haziran. Ne çabuk geçiyor sensiz diye düşündü."Ne çabuk akıyormuş zaman mavi... senin almadığın nefesleri herkes tüketiyormuş. Kimse hatırlamıyormuş mavi. Kimse hatırlamıyormuş. Haziranın getirdiği hüzünü kimse hatırlamıyormuş. Aksine sanki bu ayı kutlarmış gibi sıcak havanın büyüsüne kapılıyorlarmış. Yandıklarında da kendilerini suya atıyorlarmış. Yüzüyorlarmış, yüzüyorlarmış.
Ama ben yapamıyorum mavi. Ben kendimi suya atamıyorum. Bakamıyorum o renge bir daha. Mavi. Boğuluyorum. Herkes yüzerken ben daha da dibe batıyorum yavaş yavaş.
En sevdiğim renktin sen benim şimdiyse gözlerim değemiyor bile sana.
Seni hatırlatmasaydı bana yine de sever miydim ki mavi?
İsterdim mavi .. İsterdim o renge tekrardan korkusuzca bakmayı.
Ama bu bir ölünün dirilmesi kadar imkansız artık.
Seni özlüyorum mavi.
Seni çok özlüyorum..."...................................................................
İçimden yine bir şeyler söylüyorken yanıma hemşirem Günseli hanım geldi.
"-Yemeğini yine yememişsin Havin. İki gündür bir şey yemiyorsun. Artık doktorlara söylemek zorunda kalacağım. Bugün belki yersin diye söylemedim. Sağlığın için bir şeyler yemen gerek biliyorsun canım."
- İstemiyorum.
"- Evet canın istemiyor biliyorum ama yemek zorundası-"
-Değilim. Aslında hiçbir şey yapmak zorunda değilim burada. Ben...
Sadece yalnız kalmak istiyorum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MAVİ
General Fiction"Ve gözlerin mavi, o gözlerinin mavisinde kaybolmak istiyorum. Beni kucaklayan kollarının arasında bir ömür boyu kalabilirmişim gibi hissetmek, dünyanın en güzel hissi. Şimdi gökyüzüne bakıyorum mavi. Sen yine oradasın. Seni her an özlüyorum. O yü...