45. Bölüm: Yeraltı

125 8 59
                                    

Aloha

Özledim KAHPELER ÖZLEDİM

Saat gece 02.54... Bölümü bitirip attım. Uykusuzum. Değerinizi bilin.

Matematik yok olmalı gibi düşünüyorum. Şahsi fikrim.

Arkadaşlar bölüm biraz şey... Şey... Küfür yiyebilirim sanırım. Neyse.

Bu mental sıkıntılı bölümü canım okuyucularımdan olan Celtisaustralis e ithaf ediyorum <33 Teorilerine hayranım şekerparem

Keyifli okumalar dilerimm

🗝️

Ölmek? Çözüm mü? Kaçış mı?

Ölümü istemek mi daha acı verici? Ölümü beklemek mi?

Sadece beş dakika içerisinde tüm umutlardan vazgeçerek ilk kez bu kadar ciddi bir şekilde ölümü düşündüm. Suçlu hissettim. Beni bekleyen onca şey, onca insan varken onları yok sayıp kendimi kurtarmayı düşündüğüm için suçluluk hissettim.

Yorgunluğun verdiği o uyuşukluktan bıkmıştım. Yorgun. Tek kelime beni, bedenimi ve ruhumu nasıl bu kadar güzel açıklayabilirdi. Yorgundum gerçekten. Zaten yorgunluk aynı şeyleri tekrar tekrar yapmak demektir. Bedenin tükenmesi. Hareket edemez hale gelmesi. Oydu içimdeki fırtınanın sahibi. Yorgunluk. Aynı şeyleri tekrar tekrar düşünmüş, düşünemez hale gelmiştim.

Aklım yorulmuştu. Başım ağrıyordu. Kördüğüm olan zihnim çöküyordu. Ve ben bunu tenimde bile hissedebiliyordum.

Ölmek istedim.

Ama o kadar istedim ki ölmeyi, suçluluk duygusu bile ulaşamadı bana. Gözlerimi kapattıktan sonra duyabilirdim o duyguyu. Umurumda olmadı. İlk kez. Meğerse umursamamak için ölümü düşünmek gerekirmiş. Ben bunu yeni fark ettim.

Kollarımdan sürüklenirken jiletin elimde olmasını istedim. Bu sefer kulağımdaki sesin sahibine sallamak için değil. O sesin hedefi olan kendime sallamak için. Çünkü onlara ne zaman saldırsam, kesilen başları yerine iki tane çıkarak geliyorlar. Kaçamıyorum. Her yanımı sardıkları için nereye dönsem onlarla karşılaşıyorum artık.

O yüzden bu sefer zemini, üstünde durduğum noktayı kesmeye, koparmaya yeltendim. Belki düşmek her zaman kötü değildi.

Ben güçlü değilim onlar kadar. Ölürsem biter. Ölmek istiyorum. Bitirmek. Düşmek.

Kapalı göz kapaklarımın ardında floresan lambaların ışıklarını seçebiliyorum. Sonra karanlık. Sonra tekrar ışık. Hissetmiyorum kendimi. Sanki bir çift gözden ibaretim. Ne bilincim var, ne vücudum. Duymuyorum bir şey.

Gözlerimi açtım. Birden gözüme gelen güneş ışığı yüzünden gözlerimi kısarak elimi de siper ederek kaldırdım. Yüzüme ılık hava çarptığında derin bir nefes çektim istemsizce. Hava güzeldi. Işığa alışan gözlerimi düzgünce açtığımda elindeki valiziyle bana bakan babama bakıp gülümsedim. Bugün bir değişikti.

"Ya her zamanki iş gezisi işte" diye söylendim güldü gülecek halimle. Okula gitmek istemeyen çocuklara benziyordu. Ama daha üzgün olanlarına.

O da gülümsedi. Dişlerini sıktı, yutkundu. Gözleri bir garip bakıyordu bana. Özlemiş gibi. Burnundan derin, titrek bir nefes alıp kafasını öylesine çevirdiğinde gözleri bir noktada asılı kaldı. Bende baktım oraya. Sokağın başındaki arabaya bakıyordu.

Kaşlarımı çattım. "Bizim araba mı o?"

Her zaman kullandığı siyah arabamız değil, bembeyaz bir araba duruyordu sokağın başında. Geçenlerde yeni araba almaktan bahsettiği için şaşırmadan tepki verdim. Her zamanki gibi lüks bir modeldi. Seviyordu para harcamayı. Özellikle de o kadar paralar döktüğü arabaları da şoförlere kullandırtmasını anlayamıyordum.

Gümüşler Ve AltınHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin