peki ya asphodel, anemone çiçeklerinden daha güzel koksaydı?
— ❀ —
sanırsam, huzuru muhakkak bulabildiğim tek yere teslim etmiştim gözlerimi. her ne kadar emin olamasam da, yukarıda bir yerlerde yüce bir yaratıcı olduğuna inanmama sebebiyet veriyordu bu manzara. tabiri caizse şayet, birbirine böylesine ters düşen bir ikili sayesinde bu dehşet görüntüye tanık olduğumun farkındaydım, ateş ve su. ancak, inanabiliyor musunuz, birbirlerine karşı oldukça ters öze ve amaçlara sahip olmalarına rağmen bu kadar yakışa sahip olmaları hayrete düşürürdü; uçsuz bucaksız okyanusların üzerinde oluşan o parlak örtü, hiç usanmadan dönüp duran yobaz kürenin sayesinde gözümüzü alır biçime bürünüyordu.
işte:
nisan ve on altısı, bugünün tarihine işaret ediyordu. takribi sekiz civarlarıydı, gökyüzü yeni uyanıyordu. oldukça zahmetli kış aylarının ardından gülümseyen, bahar mevsiminin beraberinde getirdiği turuncu küre muazzam bir biçimde ağarıyordu şimdi ufuktan. farklı okullardan katılan öğrencileri bir araya toplayan koca feribotun hedefindeki yer değil de, beni asıl cezbeden, rota boyu süregelen manzaranın asil görüntüsüydü. su gibi akıp geçen dakikalar boyu olduğu gibi, emektâr şövalem ve hayat yoldaşım olan tuval edebatlarım yanımda olsaydı şayet, tanık olduğum görüntüleri bir bir nasıl resme dökeceğimi düşlüyordum. hiç şaşmaz. saf tuvale anılar kazandırma fikri içimi kıpır kıpır ediyor, aleyhime resmen bel bağlatıyordu.
derince bir iç bıraktım pencereye, hâliyle buhar ile yer yer örtüldü şeffaf madde. kabaca temizledim buharı. yolculuk her ne kadar huzurlu gelse de kulağa, bir farklılık seziyordum sanki. niçin böylesine sıkkın hissediyor, meyusluğumun kaynağı nedir anlayamıyordum lâkin yürümek iyi gelir, belkide şu garip mahmurluğu üzerimden çekip alır düşüncesiyle adımlamaya başladım birden. ellerim, ceplerimdeki yerlerini aldı öncelikle. tabanlarım zemin ile her buluştuğunda bozuk bir gürültü oluşturmaya başladı fakat bu ritim kulağıma keyifli bir seremoni veriyordu. yürürken ben, mahur bir beyazlık taşıdığından emin olduğum duvarlar gözümü aldı, zira pencerenin ardındaki yaratılmışlara baktığımda gördüğüm o kutsal manzaradan çok cefa taşıyan duvarlar aldı ilgimi. kimi zaman estetiğe, kimi zaman hikayeye önem verirdim ancak hangisine dikkat etmem gerektiğine ben karışmıyordum, kalbim seçiyordu sanki. ne maceralara çıkmıştır, kızgın denizin dizgin örtüsünde ne yol kat etmiştir, diye düşünmekten kendimi alamamamın yanı sıra, cebimden yeni ayırdığım parmak uçlarım usulca dokunuyordu duvarlara, dertler tufanı içerisine düşmüş küçük bir çocuğun kafasını okşuyormuşum hissiyatı veriyordu.
kurduğum temasa kısa bir ara verdim az önce, ilişkimizin o andan itibaren kesildiğini vurgulayan bir uğultu işittim sanki. oysaki ihanet etmezdim ben ona, dert ortağıysam öyleydim, birkaç öğrencinin yolumu kesmesinden kaynaklıydı elimi ondan ayırma sebebim. birkaç harici durum dışı kolayca dağılabilen dikkatim öğrencilere kaymak üzere yol alırken sonsuza dek birbirine sarılmaya meyilli ellerim arkada bağlandı; mahzuru yoktu. yürüyordum, öylece yürüyordum ancak belirli bir mekan yoktu rotamda. ayaklarım durgun zihnime tezat, sürüklüyordu bedenimi. ona uydum ben de, üstünkörü yürürken insanları incelemeyi es geçmeden bir bir arkamda bıraktım onları. sapmadan sofayı takip ettim bir müddet. henüz yola kalkmamış olmamızdan ötürü kıpır kıpır olan öğrenci toplulukları arasından kolayca seçilen birilerine değdi aniden irislerim: park jisung ve onun haylaz büyükleri. genel olarak öğretim birinci sınıfların giymeyi tercih ettiği forma üzerindeydi küçüğün, parlament şort giyiyordu. klasik mavi gömleği, kezâ koyu ceketi cılız bedenini kaplıyor ve omuzlarında oldukça kaba görünüyordu. altına çalan sarı saçlarının sakin görüntüsü sorumsuz büyüğü, jeno, tarafından dağıtılırken memnuniyetsiz ifadesinden ödün vermiyor ve tüm bu gevezeliğin oluşturduğu kargaşayı hoş gülücüğü ile karşılıyordu. jaemin bir diğer büyükten farksız, ihtiyatla taşıdığı 1100d ve siyah canon'u eşliğinde bir köpekbalığı taklidi için kolları makas görüntüsü almış jeno ve mecburiyetten, zavallı kurban rolünü üstlenen jisung'u kameraya alıyordu.
onlara ait dünyanın yarattığı ortam karşısında sıcacık gülümsedim; başkalarının eğlendiğini görmek, kendi gülüş nedenimden çok daha mutlu ediyordu beni.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
anemone
Fiksi Remajao yaprakların arasında kaybolduk biz, anemone yapraklarının. ferry tr4gedy, oneshot ©Y3ON0X1 | sep 28