Saatlerdir odamda oturmuş tesisin kütüphanesinden aldığım kitabı okuyordum. Kapımın açılmasıyla kaşlarımı çatarak ayaklandım. İçerinin Kuzey olduğunu görünce ölüm kartını kitabın arasına yerleştirdim. Ayağa kalkarken ajanın yüzündeki ifadeyi inceliyordum. Masmavi gözleri yine laciverte dönmüş, yüzünün her noktasına öfke sinmişti. Daha ne olmuş olabileceğini düşünürken aramızdaki mesefa azalmıştı. Bir anda tişörtümün eteklerini tutmasıyla geri çekilerek "Ne yapıyorsun?" diye sordum.
"Tişörtünü çıkar, Gece."
Yeniden bana doğru uzanan ellerini iterek bağırdım. "İyice delirdin ha sen!" Kuzeyi ilk kez böyle görüyordum. Bakışları sert, ses tonu buz gibiydi. "İki öpüştük diye amma abarttın."
Kuzey söylediklerimi zerre kadar umursamadan "Gece, hemen tişörtünü çıkar yoksa ben yaparım," deyince bir adım daha geriledim. Gerçekten yapacakmış gibi bakıyordu. Şu an onunla, daha doğrusu kimseyle dövüşecek gücüm yoktu. Eğer böyle bir durum yaşanırsa ne yapabileceğimi kestiremiyordum. Askerin yarama attığı dikiş ve pansuman acımı azaltsa da sallayacağım tek yumruk her şeyi sıfırlardı. "Zorla yaparım, Gece. Beni buna mecbur bırakma."
"Korkutuyorsun beni."
Laciverte dönmüş gözleri ellerime indiği anda "Korkmadığını biliyorum," dedi. Haklıydı. Eğer korksaydım elim titriyor olurdu. Kendimle ilgili bir çok şeyi saklaya biliyordum fakat korku duygusu listede değildi. Çünkü bu duyguyu nadiren hissediyordum. O zaman da elim yüzünden sobeleniyordum. "Soyun."
Kuzeyi bu hale getirecek şeyi tahmin etmekte zorlanmadığımdan derin bir nefesi ciğerlerime doldurduktan sonra tişörtümü yavaşça çıkardım. Nasıl olduğundan emin değildim ama yaralı olduğumdan şüphelendiği ortadaydı. Sadece sütyenimle önünde durduğumda laciverte dönmüş gözlere yayılan öfkeye anbean tanıklık ediyordum. Kuzey dişlerini kırılmalarına neden olabilecek kadar sıkarken "Kim yaptı bunu?" demesiyle nefesimi tuttum. Orhanı kimsenin bilmemesi gerekiyordu. Ne olursa olsun Kuzey devlete çalışan bir ajandı. Orhanı tutuklar, yani ölüme gönderirdi. "O herifle karşı karşıya mı geldin?"
Aslında buna inanması işime gelirdi. Beni bıçaklayan kişinin Asker olduğuna inanırsa en azından Orhan güvende olurdu ama... İki kez yaralı halde tesise getirilişimin ardından kendini yetersiz gördüğünü, suçladığını biliyordum. Üçüncü kez beni Askerden koruyamadığını öğrenirse hissedeceklerini tahmin etmek zor değildi. Duygulardan nefret etmemin, Kuzeyi uyarmamın nedeni buydu işte. Gözlerine bakarken, çekeceği acıyı tahmin ederken dudaklarımı aralayıp söylemem gerekenleri söyleyemiyordum. Bunu yaptığım için kendime kızsam da "Hayır, o değildi," diyerek gerçeği söyledim.
"Tesiste seni bıçaklayan ve rahatça dolaşan biri mi var?" Derin nefesler alarak saçlarını karıştırdıktan sonra yeniden gözlerime baktı. Çektiği acıyı, hissettiği suçluluğu görebiliyordum. "Kim yaptı?" Cevap vermek yerine bakışlarımı kaçırmamla öfkeyle güldü. "Tamam, söyleme. Herkesi teker teker sorguya alır, öğrenirim," dediğinde gözlerindeki ifade de, ses tonu da bunu yapacağını, tereddüt dahi etmeyeceğini ispatlıyordu. Odadan çıkmak için arkasını döndüğünde bakışları sandalyenin üzerinde duran monta takıldı. Aynı öfkeli gülümsemeyle montu eline alıp "Bu montun sahibini bulsam yeter her halde," dediği anda kapıyla arasına geçtim.
Beni bıçaklayan kişiyi bulmak adına tesisi birbirine katmaktan çekinmeyeceğini gözlerinden okuduğum adamı göğsünden ittirerek "Orhan," dedim tek nefeste. Söylediklerini yapması mesleğini kaybetmesine neden olabilirdi. Üstelik diğerlerine karşı sert olması hayatları tehlikede olan bir sürü kişinin ajanlara duydukları güveni kaybetmelerine neden olurdu. Bunu göze alamazdım. "Orhan yaptı."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
{Tamamlandı} Gece [+18]
General FictionOn sekiz yıl önce yaşadığı lojmandaki tüm askerler öldürülmüştü. Hikayesi diğerlerinden farklıydı çünkü hem babası öldürülmüş hem de evi yakılmıştı. Gece Toksöz katliam gününden sonra ortadan kaybolmuş, on sekiz yılını hayalet olarak geçirmişti. Ner...