•sargı

2.1K 87 68
                                    

ogeday'dan

nisa'nın sabahın ilk ışıklarında o herifle beraber olup hikaye atması darmaduman etmişti beni. kurdukları samimiyet,  yazmış olduğu sözler aralarında arkadaşlıktan fazla şeyler paylaştıklarının göstergesiydi.  odanın kasveti yeterince beni boğmuş olduğu yetmezmiş gibi düşüncelerim boğazlıyor olmuştu benliğimi.

 yataktan kalkıp hava serin olduğundan kapattığım pencereyi geri açtım.  büyük bir ihtiyaçla fütursuzca esen havayı ciğerlerime dolmasına müsaade ettim.  tenim soğuktan ürperirken beynimin uyuştuğunu hissediyordum.  kirpiklerim,  çarpan rüzgar sayesinde kısa sürede ıslaklığını kaybetmişti.  üşümeme bir nebze engel olsun diye alanımı daraltmak için kollarımı birleştirirken karşı binadaki iki kumru dikkatimi çekmişti.  onlar da havanın ürpertici soğukluğunu birbirine sokularak engel olmaya çalışıyordu. bana yalnızlığımı sorgulattıktan sonra  iç çekip ben de kendimi az da olsa ısıtmak için kollarımı ellerimle sıvazlamaya başladım.  bir müddet sonra sağ bileğimde bulunan nisanın adada bulduğu imkanlarla bana yaptığı bileklik kolumu hafiften çizmeye başlamış ve varlığını bana hissettirmeyi başarmıştı.  bilekliğin bantlı olan kısmını çevirip zihnime yine geçmişe gitmesi için izin verdim.

geçmiş bir zaman

sakatlığımdan dolayı oyun bitiminden sonra tedavi için kliniğe gönderilmiştim.  büyütülecek bir sorun görmediğimden tekrar adaya dönmek için iznim alınıp takımın bulunduğu alana geri döndüm.  hiç umudum olmamasına rağmen barakaların bulunduğu alana göz gezdirip nisa'yı aradım, beklediğim gibi alanda yoktu.  onun sesini duymaya,  gülüşüyle modumu yükseltmeye çok ihtiyacım vardı.  sessiz bir alan bulup kıvrılarak uyuduğunu tahmin ediyordum.  sabahın erken saatlerinde başlayan oyun uzun sürmüş akşam geç saatte kadar sürmüştü.  üstüne üstlük kaybetmiştik.  karnımın açlık serzenişlerine kulak asmadan ormana doğru ilerleyecekken seda ablanın bana seslenmesiyle duraksadım. "ogeday,  al bu da senin hakkına düşen payın."  dedi. elime verdiği lapa pirinç ve haşlanmış bir adet patatese bakıp "nisa yedi mi?" dedim.  "yemedi, az daha bekle de bari şu tabağı ona götürürsün."  deyip bir tabak daha hazırladı ve geç olduğunu ormana gitmediğini sahilin oralarda olabileceğini söyledi.  teşekkür edip rotamı sahil alanına çevirdim.  sahile vardığımda nisa'nın polar giymiş bacaklarını kendine çekmiş sahili izliyor oluşunu gördüm.  yanına yaklaştıkça bacaklarını ısıtmak için elleriyle sıvazladığını fark ettim. hava diğer gecelere göre daha da serindi.  üşüdüğünü fark ettikten sonra ellerimdeki tabakları yere bırakıp nisaya yaklaştım.  ses vermeyip eğildim.  başına çenemi koyup arkadan küçük bedenine kucak açıp sarıldım.  "buradaymış benim başımın belası"  deyip gülümsedikten sonra boynuna öpücük bıraktım.  biraz boynunda vakit geçirdikten sonra bir karşılık alamayınca  bir şeylerden şüphe etmeye başlamıştım.  zaten yemek yememiş,  bu saat olmuş uyumamıştı.  hava yeterince soğuk değilmiş gibi barakada ısınmak yerine sahil kenarında üşümeye devam ediyordu.  ellerimi vücudundan ayırıp kafamı bedeninden kaldırdım.  "bir sorun mu var?"  yine bir dönüt alamayınca bir elimle çenesini tutup yukarı kaldırıp göz teması koymaya çalıştım.  ağlıyordu.   "nisa?"  bana doğru olan başını geri eğmiş dalgalı suları izlemeye devam etmişti.  yanına çömelip onu izlemeye başladım.  bir müddet sonra elindeki bileklik dikkatimi çekti.  siyah iplikli aile ağacı sembolü olan bileklik.  kopmuştu. moralinin bozuk olmasının sebebini bilekliğe bağlayıp gözlerimi birkaç saniye yumup nasıl modunu yükseltebileceğimi düşündükten sonra bir elimi sırtında gezindirmeye başladım.  "sence de bir bileklikten bu kadar çok şey beklemeyi bırakmanın zamanı gelmedi mi?" deyip gülümsedim.  sözlerinden sonra dolu gözlerini sahilden alıp bilekliğe baktı.  tek bir kelime etmeden dolan gözlerini akıtmaya başlayıp tekrar geri bakışlarını sahile verdi. "şş,  sana diyorum ama"  "bugün anneannemin ölüm yıldönümüydü." dedi.  olayın iç yüzünü öğrendikten sonra kurduğum cümleden utanmaya başladım.  kafamı eğip ben de nisa'yı kasıp kavurmuş olan sessizliğe teslim oldum.  bir müddet geçtikten sonra nisa'nın da yaşları kurumuştu.  elindeki kopuk bilekliğe bakıp bana doğru tuttu. "son oyunda sen oyuna çıkmadan hemen önce koptu.  o zaman oyunu kaybedeceğimizi anlamıştım."  hiçbir şey demeden sözlerinin devam etmesini bekliyordum.  ellerinin tersiyle göz yaşlarını sildikten sonra "ben de bir ip parçasına bu kadar anlamlandırmanın komik olduğunun farkındayım ama bugün tüm motivem iletişim oyununda annemle konuşmaktı." dedikten sonra göz yaşları şiddetlenmeye  başladı. "çok ümitliydim oyundan, kendimden. annemi en zor gününde yine yalnız bıraktım." deyip hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı.  sırtındaki elimi kollarına kadar götürüp tüm vücudunu kendime doğru çektim.  "haklısın,  tamam ama anneni yalnız bırakmadın nisa.  elinden geleni yaptın,  tüm sayılarını aldın.  sen farkında değilsin şu an ama o her şeyi görüyor.  ne kadar güçlü olduğunu bu oyun için ne kadar çabaladığını."  "ogeday,  sesini duymaya o kadar ihtiyacım vardı ki..." deyip göğsüme başını yasladı ve ağlamaya devam etti.  ben de ne diyeceğimi bilmeden kolunu sıvazlamaya devam ettim.  geri bilekliğine bakıp "anneannemin bana öğrettiği simgeydi bu.  sıradan bir ağaç değil, aile ağacı.  o çok güçlü biriydi. tıpkı bir ağacın kökleri gibi.  onunla özdeştirmiştim bu bilekliği işte.  yanımda onu taşıyormuşum gibi.  bugün kopması tesadüf deyip geçemem ki."  kafasını göğsünden alıp benden cevap bekliyormuş gibi gözlerimin içine baktı. kendimi toparlayıp akla yatan birkaç cümle kurmalıydım.  ensemi kaşıyıp  "bugün kopmuş olması işaret olabilir ama bu ortamda hangi ip sağlam kalmayı başarabilir ki nisa.  hem art arda iletişim oyunlarını kaybettiğimiz için duygusal patlama yaşıyorsun.  bir hafta önce annenle konuşmuş olsan böyle olmayacaktın."  bilekliği tuttuğu elini sararak gözlerine bakıp temas kurmaya çalıştım.  "inan bana haftaya konuşturucağım seni annenle. bugünkü gibi o son sayıyı kaybetmeyeceğim." deyip ağlamaktan ıslanmış yanağını öptüm.  ardından geri çekilip "hem sen bana diyordun, sen farkında olmasan da ailen senin hep yanında hep izliyorlar diye.  güçlü kalmalısın ki annene verdiğin sözü tutasın." deyip gözlerine doğru hamle yapıp ellerimle silmeye başladım.  "bak valla bu saate kadar uyumayıp ağlamaya devam edersen bu gözler davul olur.  asıl o zaman anneni ekran başında üzmüş olursun."  dedi.  sözlerimden sonra yüzüme uzunca baktı.  gülümseyip ayaklandı. " tahminen saat bir buçuğa doğru geliyordur zaten.  yarın için uykusuz kalmamalıyım" deyip barakaların oraya hızlı adımlarla ilerledi.  arkasından yüksek sesle "akşam yemeğini getirdim sana yememişsin" "iştahım yok yemeyeceğim. sen ye. " dedi.  kendim duyabileceğim şekilde hay hay deyip arkamızda bıraktığım iki tabağı da önüme taşıdım.

AYRILIKTAN MEDET  || OGNİSHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin