2.Bölüm

6 3 0
                                    

İblislerin olduğu bir evrene gelmiştim. Etrafıma baktığımda bir ormanın girişinde durduğumu anladım. Yürümeye başladığımda ormanın hemen yanında epey eski ve fakir duran bir köyün girişini gördüm. Geldiğim bu evren muhtemelen modern bir çağda değildi.

Telefon gibi yolları kullanmadan Euphoria'ya nerede olduğumu haber vermenin bir yolunu bulmalıyım. Bu evren abimden kaçmak için iyi oldu, buraya daha önce gelmediğim için bulması biraz zamanını alırdı. Ama Euphoria'nın benim için endişelenmesini istemem
.
Farklı bir evrende olduğum için güçlerimi kullanmakta tereddüt ettim, başıma iş açabilir veya ters etki yapabilirdi. Bu yüzden normal yollarla devam etmeye karar verdim.

Girişinde durduğum köy fazla ürkünç göründüğü için ormana doğru geri döndüm. Hava karanlıktı ancak ay ışığı ormanı mükemmel derecede aydınlatıyordu, güzel bir hava vardı.
İblislerin geceleri mi yoksa gündüzleri mi etrafta olacaklarını unuttum ama her neyse, başımın çaresine bakabilirim.

Ormanın içinde boş boş yürüyerek derin nefesler alırken burnuma gelen yoğun sigara kokusu beni durdurdu.
Normalde birinin sigara içmesi umrumda bile olmazdı fakat şu an kafamı meşgul edecek bir şeylere ihtiyacım vardı. Eğer bu yoğun sigara içen kişi olmasaydı yeterince dolu olan kafamda, kalbimde sanki yeterince yara yokmuş gibi yeni yaralar açan o sözler tekrar edip duracaktı. Bir anlık minnet duymadım değil.

Merak edip ağaçlara doğru yürüdüm ve bir tanesinin arkasında durup kokunun geldiği yöne baktığımda, gecenin karanlığı içinde bir adamın silüetini görebiliyordum. Ağacın önünde oturmuş sigara içiyordu. Ay ışığı ormanın içini aydınlattığından biraz daha yaklaşırsam daha iyi görebileceğimi düşünüp birkaç ağacı daha geçtim ve çalıların arkasında durup diz çöktüm.

Ay ışığı, adamın sadece yüzünün yarısına vuruyordu, diğer yarısı tamamen gölgede ve karanlıkta kalmıştı. Dikkatimi ilk çeken şey ay ışığının altında parlayan kızıl saçlardı.

Benim gibi kızıl.. Gözleri kapalı, sırtını ve başını ağaca yaslamış sigara içiyordu. Hâlâ yüzünü fazla göremiyorum. Üstünde kot bir ceket vardı -bir dakika- ne? Bu evren modern çağda olmadığından insanların haori giydiklerini biliyordum, ve köyde gördüğüm insanların da bu şekilde giyindiklerini görmemiştim. İlginç şekilde üstünde tarz giysiler vardı gördüğüm kadarıyla.

Ay ışığı ona biraz daha yansıdığında ceketinin her yerine yayılmış olan kırmızı lekeleri gördüğümde kaşlarımı kaldırdım, gözlerimi kıstım. Belki de yaralıydı?
Gerçekten, gece olması ve aradaki mesafe sebebiyle hiçbir şey gözükmüyordu. Daha fazla burada durursam sanki kendisini izlediğimi fark edecekmiş gibi hissettiğim için yavaşça doğrulup geri ayağa kalktım ve sessiz bir şekilde tekrar patika yola çıkıp yürümeye devam ettim.

Anladığım kadarıyla oldukça küçük bir evrendi burası. Yalnızca ormanlar, dağlar, mağaralar, nehirler ve kasabalardan oluşuyordu. Nerede kalacağımı bulmam gerekiyor bir an önce.

Düşüncelerimde kaybolmuş şekilde ormanın sonuna doğru geldiğimde ağaçların arkasından gelen ses irkilmeme sebep oldu. Bu ses bir insana ait olamazdı.

Hemen etrafıma baktığım sırada üstüme bir iblisin atlamasıyla yere devrildim. Belimde hissettiğim acıyla dudaklarımı ısırdım. İblis üstüme eğildi. Erkekti, kirli siyah saçları ve ürkünç bir yüzü vardı. Cırtlak kırmızı gözleri aşırı yapay duruyordu. İblislerde olan kırmızı gözün güçsüzlüğü belirttiğini duymuştum. Zaten ağzının sularının aktığını gördüğümde kana susamış olduğunu anladım.

Kolumu sertçe tuttu, tam koparacağı sırada kasıklarına güçlü bir tekme atmamla geriye savruldu. Çıldırmış şekilde, "Sikeyim!" dedikten sonra belli belirsiz bir inilti döküldü dişleri arasından.
Ben de bundan yararlanarak yerde hafif doğruldum. Yanımda kılıç yoktu. Ben ne yapacağımı düşünürken birkaç saniye içinde iblisin kafası önüme yuvarlandı ve kül olmaya başladı.

Gözlerimle kan izlerini takip ettiğimde iblisin kafasından ayrılmış gövdesinin yanında, elinde katanayla ormanda gördüğüm o kızıl saçlı adam duruyordu. Yüzünü tam görmesem de,  kıyafetlerinden o olduğunu anlamıştım.

Hâlâ gözlerini göremiyordum çünkü yerdeki küllenen cesede bakıyordu. Saniyeler içinde ağaçların arkasından çok rahat bir şekilde gelmiş, ve iblisin boynunu tam arkasından ustaca kesmişti.
Her şey çok hızlı geliştiği için hâlâ olayın şokundaydım. Bir süre sonra iblisin cesedi tamamen küllenip yok oldu.

Yere sert ve ani bir şekilde düşünce belimi taşa çarpmışım, hâlâ ayağa kalkamadım. Ben üstümü silkelerken, o yavaş adımlarla yanıma geldi ve eğildi. Yüzünü kapatan kızıl tutamları çekti önünden. Şimdi yakından bakınca ne kadar da yakışıklı ve temiz bir yüze sahipti..

Birkaç saniye boyunca yüzünü inceledim, pürüzsüz, bembeyazdı. Koyu kızıl saçları önüne düşüyordu. Gözlerine baktığımda ise rengini asla çözemiyordum. Gri? Mavi? Yeşil? Su yeşili? Turkuaz? Gözleri bu renklerin hepsiydi. Sadece şu anki ay ışığının gidip gelmesiyle bile göz rengi bu renklerin arasında değişip duruyordu.
Gözlerine baktığım süre boyunca garip bir şekilde o da göz temasını hiç bozmadan sarı gözlerime odaklandı.

Nedense zaman geçtikçe bu garip bir inada binmiş gibi hissettirdi. Göz temasını bozan oyunu kaybeder gibi? Fakat Bay Kızıl'ın bilmediği bir şey vardı, ben bu oyunu asla kaybetmezdim.

Bu süre zarfında, ne yüzünden ne de gözlerinden hiçbir duygu anlayamadım ama bir anda yüzünde belli belirsiz bir tebessüm oluştu. İçimi rahatlatan bir gülümsemeydi.

"İyi misin?"
Sesi çok sakindi, aşırı karizmatik bir sesi vardı. Düşüncelerimi dışa yansıtmamak adına düz bir sesle konuştum, "Evet."

Bu uzun bakışma sanki yıllarımı elimden almış kadar uzundu. Fakat gözlerine bakmak çok tuhaf bir hisse kapılmama neden oluyordu. Çok güzel bakıyordu, göz rengi -ya da renkleri- çok hoştu, huzur veriyordu.

Bu bakışma oyunumuz onun gözlerini kaçırması ile sona ermişti ve evet kazanmıştım, her zamanki gibi.
Uzun bir sessizlik ve bakışmanın sonunda, sadece ve sadece "Tamam." dedi. Bu kadar mıydı gerçekten? Pekâlâ, anlıyorum(?).

Yavaş hareketlerle ayağa kalkmak için yerden destek aldığımda elini uzatır gibi olduğunu gördüm fakat görmezden geldim. Hayatımı kurtarmış olması, hâlâ beni yemek için insan kılığına girmiş iblis olabileceği gerçeğini değiştirmiyordu.

Ayağa kalktığımda tekrardan kısa bir süre göz göze geldik ama yine gözlerini kaçırdı. Ağır hareketlerle arkasını döndü ve yürümeye başladı.

Arkasından gitmeyeceğimi biliyordum, onun beni beklemediğini de biliyordum. Fakat en azından ismini söyleyebilirdi
Bay Çilek Kafa.

Yavaş hareketlerle yanımdan uzaklaşıp çalılıkların arasında, gecenin ışığında kaybolmasını izledim uzunca. Gitse bile ben bakmaya devam ettim kendime gelene kadar.

Sonrasında kendime yakın bulduğum bir ağacı gözüme kestirdim ve dallardan yararlanarak yukarıya kadar çıktım.

Dikkatli hareketlerle en üst dala vardım ve yavaşça ayağa kalktım. Buradan ay en güzel haliyle görünüyordu.

Ağır adımlarla diğer dallara atlayarak yürümeye ve etrafı izlemeye başladım. Uzun süre süren ağaçtan ağaca, daldan dala atlayarak giden bu maceram, birinin çığlığıyla son bulmuştu.

Kulaklarım direkt olarak o noktaya odaklandı ve yönüm oraya döndü.

Dalların üstünden atlaya atlaya, koşarak sesin geldiği noktaya elimden geldiğince hızlı bir şekilde varmaya çalışıyordum.

Koşarken aşağıdan bir kızın koşarak uzaklaştığını gördüm ve sese yaklaştığımı ayak seslerinden anlıyordum.
Aşağıya atladım ve önce arkama bakıp koşarak kaçan kıza baktım. Önüme döndüm ve iki iblisi gördüm.

Ama durun bir saniye... Orada biri daha vardı?

The EuruHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin