15. Bölüm

163K 8.5K 953
                                    

Poyraz'ın ağzından

Soğuk bir odada, soğuk bir sandalyede, soğuk bir ruhla oturuyordum. Başımda bekleyen adamlar sağa sola yürüyordu. Kafamı aşağı eğmiş, hiçbir şey görmek istemiyor gibi yere odaklamıştım. Karnımda, sızdıran, derin bir yara vardı. Acımış mıydı? Sadece biraz. Beni yıldıracak kadar değil. Acıyı bünyem fazla hissetmezdi. Asıl acıtan ne miydi? Başarısızlığın o korkunç ağırlığı.

Yakalanmıştım. Soğuk, kötü yapılmış bir şakadan farklı değildi bu. Ben, yakalanmıştım. Yıllarca, Ömer Baba'nın malikânesinin buz gibi spor salonunda yapılan onca antrenman. Sayısız öğretmen. Yorgunluktan uyuyamadığım, vücudumun acısından hareket edemediğim günler. Beni bugüne hazırlamış olması gereken her şey, neden bir anda yüz üstü bırakmıştı?

Basit. Tam görevimi tamamlamaya bir radde kalmışken, beni gören Ferhat şerefsizinin dediği bir cümle yüzünden. "Ela nasıl?" Bu cümleyi duyduğumda, bu ismi nereden bilebileceğini, ne demeye çalıştığını düşünerek bir saniye harcamış olmasaydım, adamları etrafımı sarmadan önce onu kendime çekip rehin alabilirdim. İşte o noktada, oyunun rengi değişirdi. Ama hayır, duygularıma yenik düşmüş, asla bir halta yaramayan hislerin mantığıma gölge düşürmesine izin vermiştim.

Şimdi bu sandalyeye mahkûm edilmiş, sessizce oturuyordum. Çok değil en fazla iki dakika sonra sandalyeyle ayağa kalkıp sandalyeyi adamlardan birinin kafasına çarpmaya niyetliydim. Burada öleceğim kesinleşmiş gibiydi. En azından, onlardan birisine zarar vermeden hiçbir yere gitmeyecektim.

Ölmekle herhangi bir sorunum yoktu. Dünyaya zaten ölmek için açmıştım gözlerimi. Ölümü oldukça yakından tanımış, fazlasıyla haşır neşir olmuştum onunla. Doğanın basit bir düzeni olarak görmüştüm onu hep. Beni almaya geldiğinde, onu eski bir dostu karşılar gibi karşılayacaktım. Ölmekle bir sorunum yoktu, ama şu anda, şu başarısızlığı hissederken ölmekle büyük bir sorunum vardı.

Kapının açıldığını duyduğumda kaldırdım kafamı. Beni yarı yolda yakalamış olan şerefsizlerden birisi girdi içeri. "Anlaşma yapmak için bir şey teklif ederlerse diye bir saat daha bekleyelim, sonra öldürürüz."

Arkamda duran, saatlerdir bana işkence eden adam konuştu. "Ömer Baba varisi için gerçekten teklifte bulunmayacak mı acaba?"

Kapının önündeki adam cevap vererek çekilirken, ne dediğini duyamamıştım çünkü saçımın kapatmadığı gözümle, görmeyi hiç beklemediğim birisini görmüştüm.

Devrim?

Burada ne işi vardı? Üstelik buranın çalışanlarının giydiği tulumlardan birisini giymişti. Saatlerdir kaldırmadığım kafamı tamamen doğrultarak ona baktım. Tanrı şahidim olsun, pek çok düşünce aklımdan geçmiş olsa da onun neden burada olabileceğine dair hiçbir fikrim yoktu.

Devrim elini ağzına bastırıp, gözlerini karnımdaki yaraya odakladı. Ona haykırmak istedim, o lanet olası elini ağzından çekmesini ve defolup gitmesini. Benimle sadece selamlaşmış bir insan olarak bile burada bulunması başının belaya girmesi için yeterliydi. Kapının önünde duran adam kapının kulpundan tutup çekerken dudaklarımı oynattım. "Git." Oysa Devrim olduğu yerde kaldı.

İçimde, son birkaç saattir kaybettiğim o yaşama arzusu baş göstermişti. Buradan çıkmalı, Devrim'i de çıkarmalıydım. Evet, nasıl olurda bir anda vazgeçebilirdim. Devrim'i bırakacak mıydım? Onu tek başına mı bırakacaktım? Bilmediğim bir sebepten dolayı, onu kendi sorumluluğumda görüyordum. Onu koruyup kollamadığım, uzak tutmadığım tek tehlike kendim olmak istiyordum. Sanırım onun bana ait olduğunu düşünüyordum. Ve şimdi, hiç olmaması gereken bir yerdeydi. Masumiyetinin hiç yakışmadığı tehlikeli bir yerde.

DEVRİM- Erkek Lisesinde Tek KızHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin