"Onu bahçeye götürün Barçın, gücü neymiş öğrenmemiz gerekiyor." Can derin düşüncelerinden sıyrılıp bize döndüğünde kurduğu ilk cümle bu olmuştu. ""Ne bahçesi?" ayaklandı be yanımıza doğru geldi. "Orada daha kapsamlı bilgilere sahip olabilirsiniz. "Can saçmalama." dedi abim çıkışarak. "Onu yalnız göndermeyeceğim."
"Onun iyiliği için Kaan. Hem bende yanında olacağım merak etme."
"Sana neden güvenelim ki. Sanki bir sebep bıraktın." diyerek mırıldandım. Yine de beni duymuş olacak ki arkasını dönüp bana baktı. "Haklısın." dedi kırgın sesiyle "Tamam o zaman Merin sen istersen kendin hakkındaki her şeyi öğrenmek istiyorsan bizimle bahçeye gelirsin. Beş dakika içinde dışarıya gel gelmezsen gideceğiz." eliyle abim ve benim dışımdaki herkesi göstererek. Onu ilk defa bu kadar ciddi görüyordum. Ne yani bide şimdi bide bana mı kızıyordu? dönüp Barçına baktım susup sadece yere bakıyordu. Can hızlı adımlarla dışarıya çıktı. Ardından evdeki herkes onun peşinden çıkmıştı. Abimle yalnız kalmış birbirimize bakıyorduk. "Gidecek misin?" nerden bilecektim ki bana yine yalan sıkmayacaklarını? Başka şansım olduğu da yoktu. "Gidicem."
"Tamam ceketimi alıp geliyorum." dedi abim hareketlenerek. "Abi..." kolundan tutup karşısına geçtim. "Gelmene gerek yok. Başımın çaresine bakabilirim." ikna olmamıştı. "Birilerinin de şirkete bakması gerekiyor dimi?"
"Saçmalama Merin şirket senden önemli değil." kaşlarını çatmıştı.
"İyi olacağım." beni kendine çekip sarıldı. "Haber ver." dedi kollarını benden ayırırken. Hızla ceketimi aldım. Kapıda Canlar hayla arabada bekliyorlardı. İki araba vardı Cupranın arka koltuğunda Aslı, ön koltuğunda Emir, sürücü koltuğunda ise Barçın oturuyordu. Diğer araba Mercedes di Arka koltuğunda Selim ve Melisa, sürücü koltuğundaysa Can oturuyordu. Beni o gece ormanda yoldan aldığı arabasıyla aynıydı. Düşüncelerimi bırakıp Canın arabasına yanına bindim. Oturduğu yere iyice yerleşip arabayı çalıştırdı. Şehrin ağaçlık kısımlarına kısımlarında ilerliyorduk. İlerledikçe ağaçlar sıklaşıyordu. "Bu bahçe dediğiniz yer. Yani niye oraya gitmemiz gerekiyor?"
"Gidince görürsün." arkamı dönüp ona baktım. Yolu izleyen gözlerini ayırıp asla yüzüme bakmıyordu. Derin bir iç çekip Cana döndüm. Gözlerini yoldan ayırmadan konuşmaya başladı. "Genel bir toplanma yeri. Güçlerimizi kontrol ettiğimiz, acil durumlarda toplanma alanımız denilebilir." dedi. "Başka?" Melisanın burnundan güldüğünü duydum.
"Asıl öğrenmek istediğin şey ne Merin." gözlerini kısa bir an yoldan ayırıp bana baktı. Yerimde iyice yayılıp kafamı cama çevirdim.
Geçen 15 dakikanın ardından söyledikleri yere gelmiştik. Etrafı sık ağaçlarla kaplanmış fazlasıyla büyük bir arazinin içinde kocaman iki tane yan yana ev vardı. Gerçi bunlara tam olarak ev denmezdi. Dışı tamamen koyu yeşil ve siyah renkleriyle boyalıydı. Etraflarını bir yon sarmaşık sarıyordu. Gerçekten de çok güzel görünüyordu. İki katlıydı ikisi de etrafına sarı ışıklar saçıyordu. aralarında olan ağaçlara bağlanmış tahta köprüler vardı. Evlere uzanan patika yolları vardı. Melisayla Selim arabadan indi. Aynadan Barçının sürdüğü arabaya baktım. Hepsi arabadan teker teker indi. Cemde kapısını açtı dışarıya çıkıp kafasını uzattı. "Siz gidin, biz geleceğiz." koltuğa oturup tekrar kapısını kapattı. Oturduğu yere asla yerleşemiyor gibi habire kıpırdanıyordu. Sonunda durup yüzünü bana çevirdi. "Tamam, şimdi şöyle bale bakmayı kes."
"Nasıl?"
"Böyle işte."
"Ne var bakışlarımda?"
"Sorunda orda hiç bir şey yok." hayır Cem yanlış tespit. Aksine duygularımda boğuluyorum. "Ben senin düşmanın değilim Merin." gözlerimi kaçırıp kucağımdaki ellerime baktım. "Biliyorum, ben sadece..." duraksadım ve derin bir nefes alıp yüzüne baktım "Bana anlatmalıydınız." onaylar gibi kafasını salladı. "Ben istedim. Öğrenmeni, kendini başına gelebileceklerden korumanı istedim. Ama üstlerimiz izin vermedi. Beni anlaman gerekiyor. Merin ben senin zarar görmeni istemem." vay be üstlerimiz de oluyor yani. Sanırım daha öğrenmem gereken çok şer var. Cem hayla yüzüme bütün mahcubiyetiyle bakıyordu. Bütün yüz hatları yumuşamıştı sanki. Onu affetmeyeceğimden korkuyordu.
"Bir daha bana yalan söylersen Cem" iki elimle saçlarını tutup çekiştirdim. "o çok sevdiğin lanet olası saçlarını uykunda keserim."
Teslim olur gibi ellerini havaya kaldırdı. "Tamam prenses nasıl isterseniz öyle olsun. Kalk da gidelim." ikimizde arabadan indik. Herkes bizi bahçede bekliyordu.
"Eee hadi içeriye girelim." Burak'taki bu neşenin nereden geldiğini acilen sormak istiyordum. Aslının asla bitmek bilmeyen garip bakışlarını her an üzerimde hissediyordum. Siyah düz saçları, renkli gözleri, hafif açık teni o kadar can alıcı duruyordu ki, birisinin dikkatini çekmemesi mümkün değildi. Bir an onu daha önce hiç bu kadar dikkatli incelemediğimi fark ettim. Şimdi neden buraya geldik. "Sana bir takım testler yapmamız gerekiyor. O yüzden buradayız." dibime kadar gelip cidden cevap vermişti.
"Kafamın içine girmeyi kesecek misin." düşünüyormuş gibi gözlerini kısıp yukarıya baktı. "Yok sanmıyorum." Canlara baktığımda ilerimizde kalmışlardı. Çevreyi incelemeye başladım gerçekten çok güzel görünüyordu. Bahçe denmesinin hakkını veriyordu. Daha dikkatli baktığımda çevremizdeki bütün kızlar bize bakıyordu. A pardon daha çok Barçına. "Burada hayranın çok herhâlde." gözlerimi kısıp dikkatli dikkatli kızlara baktım. "E beğenirler beni genelde. Haklılarda." dedi bütün egosunu önüme sererek. Durup ciddi ciddi yüzüne baktım. "Neyini beğeniyorlar ki anlamadım." dedim burnumdan gülerken. "Ne yani yakışıklı değil miyim?"
"Zekanı kastetmiştim." bir anda büyük bir afallamaya uğramıştı. Ellerimi ceplerime soktum ve bir şey demesini bekledim. Gülümseyip kaşlarımı kaldırdım ve hareketlenip bizimkilerin yanına gittim onlarda tam kapıdan içeriye giriyordu. Arkamdan geldiğini hissetsem de dönüp bakmadım. O ciddi yüzünü mors etmek çok eğlenceliydi. Canlar içeriye girdiğinde ikimizde onlara yetişmiştik. İçeriye girdiğimizde bizi geniş bir alan karşıladı. Kapının karşısında yerden yukarıya camlar vardı ormanın içerisine bakıyordu. Kenarlarda gepgeniş. Köşem koltuklar, ortada büyük bir sehpa vardı. Sağ tarafta yukarıya doğru çıkan geniş merdivenler. Sağ taraftaysa iki tane cam sürgü kapı vardı. Sol tarafta olan odanın içinde 35-40 yaşlarında bir adam oturuyordu. Masada ciddi ciddi bir şeyler çalışıyordu. Başını bir anlığına kaldırınca bizi gördü ve ayaklanıp yanımıza geldi. Hepsine teker teker bakıp beni sona bıraktı. Ve sona bırakmasının sebebiyse uzun süre bakacak olmasıydı sanırım. Gözleri fazlasıyla üzerimde oyalandı. Kırlaşmış saçları ve kırışıklıkları olan bir yüzü vardı. Yorgunluğu yüzünden belli oluyordu. "Demek meşhur yeni alınan sensin." dedi gülümseyerek.
"Çabuk ünlü olmuşum." dedim gözlerimi Barçına kaydırarak.
"Ben Ayhan." içten bir gülümsemeyle elini uzattı.
"Merin." içtenlikle gülümseyip elini sıkmadım. Anlayışla karşılayıp tekrar elini indirdi. "İçeri geçelim o zaman." hep birlikte tekrar çıktığı odaya girdik. Kendi koltuğuna yerleşip, bize de oturmamızı işaret etti. "Artık kendinin farkına varmanın zamanı geldi Merin." derin bir nefes aldım.
Ne gün ama!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gece Yıldızı
Roman pour AdolescentsKim bilebilirdi ki şizofren gibi davrandığım anların bir gün gerçek olacağını. Ve ben bela mıknatısı Merin Özer, çalkantılı hayatımda hepsi tek tek gerçekleşecekti. "Bu saçma seslerin sebebi sensen çok fena olur." En öncelikle ayağını denk alması l...