27 ⋆sometimes love is not enough⋆

403 35 14
                                    

×iyi okumalar♡

rosé

Burada olduğumdan muhtemelen habersiz... geleceğimi tahmin bile edemezdi. Ona söylediğim onca sözden sonra... Haklıydı tabii.

Dönme dolaptan indiğimiz gün belki de aşkımız konservelenmiş, yeniden açılacağı günü beklemeye koyulmuştu. Sanki hiçbir şey yaşanmamış gibi acımasızca sarf ettiğim onca söze gözlerindeki hüzünlü ifadeyle yalnızca gülümsemişti.

Böyleydim ben işte. Üzüntü ve karamsarlıktan başka bir şey katmazdım insana; siyaha boyardım herkesi, uzun zamandır kendime yaptığım gibi.

Böylesi mükemmel bir insanın yanında nasıl kimsesi olmaz diye düşünürdüm ona baktığımda. Zekasını her defasında belli eden sözleri, gözlerindeki kararlı ifade ve kendine güvenen yapısı aksini hiç düşündürmezdi çünkü.

Ancak şimdi düşük omuzlarınla öylece, yapayalnız oturuyorsun yanıp sönen dış hatlar uçuşlarına bakarken. Sana doğru attığım her bir adım bana o hastane odasını hatırlatıyor. İlk kez kalbini açmıştın... ilk kez kendinden bahsetmiştin bana. İlk kez buğulu gözlerini görmüş, ilk kez kokunu içime çekmiştim.

Yalan söyledim.

O güzel gözlerine baka baka yalan söyledim. Ah tanrım... seni nasıl unutabilirim? Sabah, öğlen ve akşam aklımda her zaman sen varken ben seni nasıl unutabilirim?

O naif ruhunu, ince düşünülmüş sözlerini, yalnızca sen güldüğünde gözüken gamzeni... ben seni nasıl unutabilirim?

Yanında kimse yokken bir yerden çekip gitmek ne kötü... Gözyaşlarını silecek, sana sarılıp seninle ağlayacak kimse yokken...

Yavaşça yanına oturduğumda yerinde doğrulup sırtını arkasına yasladı. Yorgun gözlerini birkaç saniye içinde şaşkınca bana çevirdiğinde istemsizce kıkırdadım.

"Rosé?"

Ona anlatmak istiyordum her şeyi. Ağzımdan çıkan tüm o aptal sözleri geri almayı ve ondan af dilemeyi istiyordum. Ben nasıl unuturdum onu tanrı aşkına? Hayır, hayır... kesinlikle olmaz. Yüz yüze son kez de olsa anlatacaktım.

Açıklama yapmamı bekliyordu. Şaşkınlığı gram azalmamışken sarıldım ona, o buğulu gözlere bakarken konuşamazdım.

O da bana sarılıp başını boynuma koyduğunda sesimi toparlamak adına yutkundum. "Özür dilerim..." Sesim titrer titremez tutmakta zorlandığım gözyaşlarım yüzümü ıslatmaya başlamıştı.

"Yalan söyledim. Ben seni unutamam Jungkook... Tamam mı? Özür dilerim, özür dilerim, özür dilerim. Hep Busan Büfe'ye gideceğim. Orada hep bana getirdiğin hamburger menüden yiyeceğim. Sığır yahnisi stoklarını ben bitireceğim. Ah tanrım... Hayır, ben seni unutamam. Gece, gündüz... uyurken bile her zaman seni düşüneceğim, söylediğim her bir şarkıyı sana ithaf edeceğim. Ben seni nasıl unutabilirim?"

Ağlayışıma hıçkırıklar karışmaya başladığında, belimdeki kollarını daha sıkı sarıp beni kendine yaklaştırdı. Onun da ağladığını duymuştum. Böyle olsun istemiyordum.

"Böyle gitme..." diye mırıldandım ağlayışımı bastırmaya çalışırken. "Söylediğim tüm o sözler yalandı... Tamam mı? Beni son kez böyle hatırlama. Gittiğin için çok üzülen ağlayan, seni her daim sevecek Roseanne olarak hatırla. Devamlı seni düşünen, yazdığı yazacağı tüm şarkılar senin hakkında olan Roseanne olarak hatırla. Ben seni unutamam Jeon Jungkook. Seni çok özleyeceğim. Deli gibi özleyeceğim. Dönmeni bekleyeceğim... bana dönmeni."

Yavaşça birbirimizden uzaklaştığımızda kızarmış gözleriyle tezat oluşturan gülümsemesine kaydı gözlerim, onu hep öpmek istemem normal miydi gerçekten?

"Bana kendini açıklamana gerek yok..." diye mırıldandı gözlerindeki sıcak ifadeyle. "Ben hissettiğin her şeyi biliyorum, Rosé. Dudaklarından acımasız kelimeler dökülürken gözlerin o kadar başka şeyler anlatıyor ki..."

Tüm havalimanı New York - Seul seferli uçağın kalkış anonsuyla yankılanırken sıcak ellerini yanaklarıma koydu. Renkli ışıklandırmalar, birkaç dakika önce gözlerini terk eden yaşların izlerinden yansıyordu.

"Peki ya ben seni nasıl unutabilirim?" Diye sordu gözleri yeniden dolarken. "Rosé... Seni hatırlamak bir yana, ben seni asla unutamam. İsterse on binlerce yıl geçsin. Ben seni asla unutamam. Asla. Anlıyor musun beni? Yaşadığım sürece hep aklımda olacaksın."

Söylediği sözler kalbimi göğüs kafesimi parçalayacakmışçasına çarptırırken dudaklarını dudaklarıma bastırdı. Kollarımı boynuna sardım ve bu öpücüğün bir süreliğine onunla paylaşacağım son öpücük olduğunun bilincinde bir şekilde öptüm onu.

Ayrıldığımızda çilekli dudak parlatıcımın dudaklarına bulaştığını fark etmek istemsizce güldürmüştü beni.

"Tadı ziyadesiyle güzeldi." Diye mırıldandı gülümserken. Bir yandan da sırt çantasını eline alıyordu. Demek vakit gelmişti...

Ben de onunla birlikte ayaklandım. Birkaç dakika içinde onunla uzun bir süreliğine vedalaşacak olmak içimi daraltıyordu.

"O zaman mesajlarıma bakacaksın değil mi? O dönme dolaptaki sözlerin-"

"Ah, hadi ama Jungkook! Az önce anlattım ya! Tabii ki bakacağım. Hatta hepsini ezberleyeceğim!"

Kıkırdadı. "Pekâlâ."

Yavaşça boşta olan kolunu bana sardı ve kulağıma fısıldadı. "Seni hep seveceğimi biliyorsun."

Gülümsedim, biliyordum...

Seni seviyorum... Bu iki basit kelimenin kalbime bıraktığı his ne zamandan beri bu kadar çarpıcıydı? Ne zamandan beri alışmıştım ben bu cümleye? Ne zamandan beri içimden gele gele kullanmaya başlamıştım?

Seni seviyorum, seviyorum, seviyorum...

Ve o, uçağa doğru ilerken öylece onu izledim; gözden kaybolana dek.

xoxo

Bir an bölümü yetiştiremeyeceğim sandım hahah neysee oy vermeyi unutmayınız!! <3

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Bir an bölümü yetiştiremeyeceğim sandım hahah neysee oy vermeyi unutmayınız!! <3

prom queen ✘ rosékookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin