avuçlarımın içindeki kayan yıldızdan farksız sen.

136 16 12
                                    

sıcak evimizin mutfağında oturuyorum sensiz. bacaklarımı kendime çekmişim, uyumamak için mücadele veriyorum. ağrımı dindirmesi için aldığım ağrı kesiciler mayıştırıyor beni ama direniyorum buna rağmen. yüzünü görmeden yatmak istemiyorum. kulağa acınası gelse de, daha doğrusu iyi olduğundan emin olmadan uyuyamam, çünkü kalbim buna izin vermez.

korkuyorum.

bensiz ne kadar iyi olduğunu görmeme rağmen korkuyorum sana bir şey olmasından. içmiş bir şekilde evimize dönersen ve kendini kötü hissetmeye başlarsın diye düşünüp seninle olmak istiyorum. yere düşüp de sihirli yıldızlar serpiştirdiğin ellerin kanarsa diye korumak istiyorum seni. eğer olur da bırakırsa o kız seni, kişilerin adlarını değiştirip bana anlattığın, kaybedeni ben mi yoksa o kız mı belirsiz olan o hikayeyi dinleyip içim acımıyormuş gibi yaparak teselli etmek istiyorum seni. yorgunluktan şişmiş gözlerine dokunarak "çok çalıştın, dinlenmek ister misin yıldızım?" demek istiyorum büyük ihtimalle sonu beni itmenle bitecek olsa da. belki fazla acınası olacak fakat belki gelip sarılırsın bana ben uyumamak için mücadele verirken, kucaklarsın beni eskisi gibi yatak odamıza doğru. fakat en önemlisi ağlama istiyorum hiç, ben sen ağlama diye kendimi mahvetsem de.

tek çabalayan neden ben olmak zorundayım sevgilim?

sana tutunmaya çalıştıkça neden beni itiyorsun? nolur eve gel minari. nolur evimize gel.

giydiğim tişortün koluyla siliyorum senin yüzünden akan gözyaşlarımı. kafamı yukarı kaldırıyorum daha fazla akmasınlar diye, o sırada küçük evimizde göz gezdiriyorum. göz gezdirdiğim şey evimizden çok anılarımız, anılarımız ama hüzün ve gözyaşı içerenler değil, sadece öpücüklerimizin olduğu, birlikte olan anılarımız. belki küçük evimiz ama bizim bütün anılarımızı taşıyor bu dört duvar. senin kadar olmasa da, iyileştiriyor beni anılarımız.

yanağıma yasladığım elime bir damla yaş düşüyor onca çabama rağmen gözyaşlarım akmayı bırakmıyor, geciktirmiyor. tüm çabama rağmen yazmışken adını o listeye, gözyaşlarım da dahil oluyor elimde tutamadıklarım listesine. mavi koltuğumuza bakarken orada yaşadığımız anılar kesit kesit düşüyor aklıma. öpüşmelerimiz, sevişmelerimiz, sihirli yıldızlarını bana serpiştirişin, birbirimizi iliklerimize kadar hissedişimiz.. sonsuz gibi hissettiriyordu, oysa biliyordum ki sevgi sonsuz olamaz. sadece minari'm, senin bu engelli de aşabileceğini sandım. sen ilk defa ellerimden tuttuğunda da aynısını hissetmiştim, sonsuza kadar süreceğini. seni kan tutar, ama benim yaralarımı temizlemiştin, konuşurken senin yüzünü görebilmek için arkama bakmadan yürürken düştüğümde veyahut ailemden yediğim sayısız yumruğun ardından kucağında ağladığımda. evimdin sen benim, huzuru tadabildiğim gerçek evim. şimdiyse geriye acını bıraktın.

ellerimden kayıp gidiyorsun. kayan yıldızımsın sen minari. sen kayıp giderken son bir dilekte bulunmak istesem de tek dileğim kayıp gitmemen oluyor ve tanrı bize oynadığı o oyuna devam ederek duymuyor hıçkırıklarımı. ben de en sonunda arkandan bıraktığın parıltılarla kandırıyorum kendimi.

telefonumu alıyorum karman çorman olmuş masamızın üzerinden. asla toplayamazdık burayı. belki de ondandır, seviyorum burayı. yemek yerken ağzındaki her şeyi bir bebekmişcesine etrafına bulaştırdığında onları silmek için dudaklarına doğru yaklaşırkan düşerdi burdaki yıldızlı takıların. umursadığımız söylenemezdi gerçi, sonuçta dudaklarını tadabilecektim ve bu mutfak tekrardan dolup taşacaktı bizim anılarımızla. bizim bu küçük mutfağımızın yerleri kaç tane daha takını alıp götürdü anılarımızı da ardına takıp, haddi hesabı yok. düşünmeyi bırakmayı akıl ederken açıyorum telefonumun ekranını, saat 2'ye gelmekte. normalda bu saatlerde tenlerimizin birbirine çarpış sesi duyulurken uzun zamandır sadece hıçkırıklarıma kulak misafirliği yapıyordu bu küçük oda. gözlerim saatten gülümsediğin o fotoğrafa geliyor. gülerken kısılmasına rağmen parıl parıl parlamaktan asla vazgeçmeyen o gözlerin, beyaz tenini açıkta bırakmış olan o tişörtün, yukarıdan dağınıkça topladığın vanilya kokulu, ipek kadar yumuşak o saçların, önündeki asla ilgilenmedigin bir takım defter.. kusursuzdun her zamanki gibi. seni düşünürken ekran kapanıyor ve siyah ekrandan yansımamla karşılaşmak zorunda kalıyorum. gördüğüm şeyse bir hiç. yanaklarımda süzülüyor yaşlar tekrardan. kaçıyor hıçkırıklarım birer birer, onları da tutamıyorum seni tutamadığım gibi. içim içimi yiyor, yaşamaya gücüm yok. telefonu bırakıyorum bir kenara, koyuyorum kafamı ilişkimiz kadar karışık ve darmadağın masamızın üstüne. ve yuvarlak masamızda senden geriye kalan rujun, yıldızlı takıların, telefonumun ekranındaki yine açılan ve kapanmamaya yemin etmiş olan o fotoğrafın, üç veya dört paket ilaç ve yarım kalmış aşk mektuplarımıza bakarak hıçkırarak ağlıyorum, senin yine onun kucağında olduğunu bile bile.

sihirli yıldız tozlarıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin