Dün. Zamanı unutun.
"Bahar!" diye bağırırken buluyorum bilincimi, yolun ortasında çakılmış kalmış. Pantolonumun paçasından damlayan kanlar benim alnımdan akıyor, bu kadar çok kanadığımın farkında değilmişim hiç.
Gözyaşları yüzündeki kiri çizgiler halinde temizleyerek akıyor ve Evie "Dostum! Bana cevap verirken biraz bağırman gerekiyor," diye haykırıyor. Sanki bu durum yeterince dramatik değilmiş gibi Brandy yanı başında diz çökmüş olan bendenize bakıyor. Brandy'nin patlıcan moru gözleri fal taşı gibi açılıyor ve "Brandy Alexander ölüyor mu?" diye soruyor. Tüm olanlar, Brandy, Evie ve benim spot ışığı için verdiğimiz bir iktidar savaşı aslında.
Üçümüz de önce ben, ben, ben diyoruz. Katil, kurban ve şahit; üçümüz de başrolü oynadığımızı sanıyoruz. Bu durum muhtemelen dünyadaki herkes için geçerli.
Tamamen ayna, ayna söyle bana durumu çünkü aynen paranın iktidar unsuru olması gibi, aynen silahın iktidar unsuru olması gibi, güzellik de bir iktidar unsurudur.
Baharım bana bakıyor. Bir adama neden böyle seslendiğimi sorabilirsiniz, bunun cevabını duymak yerine de kalbinizin ortasına bir asit dökebilirsiniz. Ama efendim, rica ediyorum, periyodik tabloda alışkını olmadığımız bir asit bulun kendinize. Her elementin vardır bir derdi. Biz de yük olmayalım. "Baharım, dilek tutabilsene!" şarkımı duyduğunda, ellerinde biriktirdiği kağıttan yıldızları buruşturduğunu görüyorum, Brandy ceketimin cebini tutarak kendini bu aptal fotoğraf karesinin içinden kurtarmaya çalışıyor. Herkes kendi bencilliğiyle boğuşurken açlıktan ölüyor kalp yiyen tanrı. Evie kahkaha atıyor, delirmiş bu kadın, "Tanrı yok!" gülüşleri arasında bağırıyor tekrardan: "Onu insanlar uydurdu!"
Dört kere tövbe çekiyorum içimden, babaannemin ünlü alışkanlığı kanıma bulanmış. "Taehyung," deyişini duyuyorum Brandy'nin. Ah, yoongi. Başımıza neler geldi bir bilsen. Eğer hikayemizi en başından dinlesen bana hak vereceksin. Yüzümü bu hâle neden getirdiğimi duysan sadece yumru olmamı bile kabulleneceksin.
"Bu yüzle bana gelme." diyorsun, ağlarken boğazımdaki boşluğa kayıyor gözyaşları. "Bana kendi ellerinle mahvettiğin bu gözlerle gelme, sairfilmenam."
"Aptal adam!" bağırışımı dikkate almıyorsun. Bir elinde tuttuğun yıldızları özlem fırın'ın ekmek poşetinin içine tıkıştırıyorsun. Öbür elinde yarık yüzüme vurduğun karahindibaların çiçekleri duruyor. "2013'te Kadıköy'de seni tanıyan aklımı da sikeyim. Seni de tüküreyim. Söyle, durulsun kalbim. Dinlemiyor beni. Sen yaratmışsın ya onu. Aynası senmişsin ya."
"Konuşma." gidişini seyrediyorum yangının içinde. Harbiden yanıyoruz. Brandy'nin ışıltılı pavyon eldivenlerindeki ateşi görüyorum.
Bu da yetmezse, hidrojenli mineral yağ içinde süspanse edilmiş tesirsiz cenin katılarından yapılmış nemlendirici kullanıyorum. Demem o ki, dürüst olmak gerekirse, hayatımda kendimden başka hiçbir şey yok.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
setubal yalnızı
Short Storykendi sarmalında hiç dönmeyecek bir gezegene biriktirdiğim hatıraları uyu bu akşam. bazı astronomiler pek alakalı değildir kaburgalarla. bunu ismini bir yalnıza verdiklerinde anlıyorum. dün öpüştük, bugün kilden tanrılar övdük ve aman hayatım, dikka...