kalpteki ilk sancıya, belki de hep son oluşuna. korkulara, izlere, ihtimallere, güzel günlere, soğuk kış gecelerine, gri duvarlara ve hiç gerçekleşmeyecek olanlara.
angst.
yatakta uzanıyorum. bakışlarım griye boyanmış tavanda. ampul yanıyor, odanın içerisindeki hava öyle boğucu ki...amaçları sovyet rusya ruhunu bize hissettirmek mi? hiç sanmıyorum, yine de bu konuda başarılılar. yanan, sarı ışık ruhumu bunaltıyor, tek hamlem ile ampulü kırmak istiyorum. bunu yapamam, yatakta yan dönüyorum. sıkıntım geçmiyor. ofluyorum, açık olan pencereden içeriye rüzgar giriyor. üşüyorum, kalkıp kapatmak istiyorum ama yapmıyorum. aklımda bin bir düşünce.
banyonun kapısı aralanıyor, biriciğim içeri giriyor. sis bulutu dağılacak gibi oluyor. düşünceler dört bir yana kaçışıyor, beni rahat bırakıyorlar. üzerinde sadece iç çamaşırları var, bakışları pencereye kayıyor ve küçük adımlarla ilerleyerek pencereyi kapatıyor. perdeler açık, beşinci kattayız. odamız ormana bakıyor, kimsenin bizi göreceği yok.
"biricik," diyorum ıslak saçlarına bakarken. bakışları bana dönüyor, dudaklarını büzüyor. adından nefret ediyor, öyle ki adını her duyduğunda göz devirmemek için üstün bir çaba harcıyor ve yüz ifadesindeki memnuniyetsizliği usta bir şekilde saklıyor. ben fark ediyorum, ilk andan itibaren. "biriciğim," kelimemle birlikte yüzünde bir gülümseme beliriyor, öyle temiz bir gülümseme ki...odadaki aptal ışığı bile unutacak gibi oluyorum. "ışığı da söndürsene."
yine küçük adımlar, ilerliyor ve ilerliyor. "nefret ediyorsun bundan değil mi?" başımı onaylarcasına sallıyorum. beyaz ışık başımı ağrıtıyor, sarı ışık içimi bunaltıyor. ortası yok, hiç olmadı. "üşüyeceksin," diyorum sessizce. "üzerini giyin." beni duymuyormuş gibi çantasına eğiliyor ve içerisinden üç mum çıkartıyor. "böyle olacağını biliyordum." belki de çoğu evde bulunan, uzun, beyaz mumlardan. bu odanın kasvetine yakışır nitelikte. mumları tek tek yakıyor ve masanın üzerine yerleştiriyor.
benim için yanında getirmiş, bunu fark ediyor olmak derin bir nefes almama sebep oluyor. bu anlar, yakın geçmişte öyle imkansızdı ki, nasıl bu noktada olduğumuzu sorguluyorum. cevap yok, bunu kim yaptı bilmiyorum. ben mi? biricik mi? ikimiz de değil. bu dünyanın bizim için bazı planları olmalı, yoksa tüm bu anılara sebep olan ne? sensin, diyor içimden bir ses. sensin, biriciğin hayatına öyle bir karıştın ki, şimdi düğümleri çözemiyorsun.
yanıma geliyor, ona yer açmak için kenara kayıyorum. uzanıyor, saçları yastığa dökülüyor. yorganı üzerine çekiyorum, dışarıda kış soğuğu var. "şimdi ısınacağım," diyor bana iyice yaklaşırken. sessiz bir iç çekerek gülümsüyorum, güzel kokusu burnuma doluyor. saçlarından yayılan nane kokusunu alabiliyorum, beni rahatlatıyor. şampuanını ve duş jelini gittiği her yere taşıyor, duş jelleri hep mavi renk oluyor. en ferah kokuların mavi renklerde olduğunu, bunu sevdiğini söylüyor.
sırf bu yüzden ona mavi renkli bir kolonya alıyorum, sever diye. tıraş losyonu gibi koktuğunu hesaba katmıyorum, yine de sevdiğini söylüyor. çantasından ayırmıyor ve onu da bitiriyor. sahiden sevdiğini görüyorum fakat pek sevilecek bir koku da değil. onunla birlikte kullandıkça ben de sevmeye başlıyorum. okyanus, bu kelimeyi gördüğü her kokuya sorgusuz sualsiz elleri uzanıyor. bu beni hep güldürüyor.
başını omuzuma yasladığında sıcak ellerimi beline dokunduruyorum. teni soğuk, burada sıcak suyun aktığından bile şüpheliyim. parmaklarım teninde dolaşıyor, biriciğin dudaklarının arasından huzurlu bir mırıltı dökülüyor. odanın havası bir anda değişiyor, gri duvarlar artık beni boğmuyor. rahatsız edici ışık yok, pencereden içeriye giren soğuk hava beni üşütmüyor. biricik yanımda uzanıyor, bir kapıyı kapattığımızda dünyanın bütün telaşeleri bizden uzak duruyor. biricik, benim biriciğim oluveriyor.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
gri duvardaki silik çizgiler
Teen Fictionihtimaller, hepsini biriciğim ile birlikte sıkıcı memuriyet işlerinin döndüğü bir odada bıraktım. tek bölümlük hikaye.