Gözlerimi açtığımda yine aynı beyaz floresanlar aynı beyaz tavan hayatımda hiçbir değişiklik yoktu. Hastane köşelerinde elimde kulaklığımda dolanışlarım hep aynıydı. Burada yatışlarım kalkışlarım aynıydı. Kimsem olmamasıyla buradaki yalnızlığım artıyor. Sıkıldıkça sıkılıyordum.
Artık rutinim alındıktan sonra değersizleşen ayakkabı gibiydi, önemi yoktu. Eskiden hayatımın her anını değerlendirmeye çalışırdım bazı şeyler eskisi gibi olmuyordu.
Arkadaş olduğum görevlilerle selamlaştıktan sonra aşağı kafeteryaya indim. 1 haftadır burada olsam da hastane ortamından çok sıkılmıştım. Normalde bu kadar çabuk sıkılmazdım farklı ortamlardan boğucu havasından mı bilmem hastaneden çabuk sıkılmıştım taburcu olmama da az kalmıştı belli komplikasyonlar gelişmezse 5-6 güne eve gidebilirmişim, günlerin hızlı geçmesi için tanrıya dua edeceğime emin olabilirsiniz.
Hastanenin ufak bir terası vardı. Doktorlar hayatın boğuculuğundan oraya kaçardı. Ben bahçeyi tercih ederdim. Yaşlıların dertleri, çocuk polikliniğinden çıkan çocuklar, mesai değiştiren görevliler daha canlıydı en azından.
Arka bahçede kimse olmazdı, buraya sık gelirdim. Müzik dinlemek için birebirdi.
Bir kulaklığımı kulağıma taktım. Diğer kulaklığımı takmadım, hayattan kopmama yol açıyordu. Arka bahçeye girmek için geçtiğim aradan bir oğlan girdi. Serum askısıyla beraber geziyordu. Oturduğum banka doğru yöneldi. "Yerimi kapmışsın" neyden bahsediyordu. "Özür dilerim, anlamadım." Söylediklerini beden diliyle destekledi, tekrarladı. "Yerimi kapmışsın orası benim yerim"
"Kusura bakma, ben Taehyung" "Ben de Jungkook" buralarda yeni misin? Seni daha önce buralarda görmemiştim" "yaklaşık 10 gün oldu, sen niye yıllardır buradaymışsın gibi konuşuyorsun?" "Belki de yıllardır burada olduğumdandır" çok şifreli konuşuyordu bu adam, yüzümden de duygularını çıkarmıştı anlaşılan "çok tuhaf konuştum değil mi?" başımla da onaylayınca sırıttık.
Uzun bir soluk aldı "Tamam anlatıyorum, benim kalbim küçükken çok güçsüzmüş, sürekli hastaneye gidip gelirmişiz, bu kalbe çözüm bulunamadı, sürekli buraya geçici tedavi olmaya gelirim." "Bayağı uzunmuş." "Zaman hızlı geçiyor." İçimden geçirdiğim bir haftada yıllık doktormuşum gibi davrandığım geldi. Nasıl dayanıyordu kim bilir? "Ee, sen niye buradasın?" "Apandistim patladı." "1 hafta apandisit için çok uzun değil mi?" "Geçen günlerde dikişlerim patladı biraz daha burada durmalıymışım" Elindeki telefonuna baktı, "Saat 4 olmuş, doktor '45 dakikaya gel demişti', Jungkook sohbetimiz çok güzeldi. Umarım tekrar karşılaşırız. Bana şans dile, görüşürüz." Panik davranışına gülümsedim. Umarım iyi bir haber gelirdi.
Yanımdan uzaklaştı. Teki takılı olan kulaklığımı düzelttim. Hayata karşı düşmanlığımı ellerimden, tırnağımdan çıkardım. Ne kadar acımasız olabilirdi ki hayat? Yıllardır hastane havası solduracak kadar mı yoksa rahatça yaşayamamak mı? Kim cevaplayabilir ki bu soruyu, kimseye düşmez bunu cevaplamak.
Düşüncelerin arasında boğuşarak zaman geçiyor. Havanın karardığının farkında değildim, yavaşça ayaklandım. Odama yol aldım. Koridorları bir bir geçerken kapısı aralı müzik sesi gelen odaya baktım. Taehyung'tu.
Kapıyı tıkladım. Fark etmemişti sanırım, el salladım. Telefondan müziği kapadı, güler yüzüyle el salladı. "Nasılsın?" "Haftaya ameliyatım var,yurt dışından doktorlar gelecekmiş sanırım tedavi olabileceğim." Sevinçliydim ama kötü de hissediyordum bu kadar sevinçle ya kötü bir şey olursa. "Ameliyat tehlikeli değil mi? Nasıl bu kadar çabuk kabul ettin?" yüzü ciddileşti "bazı şeyler için tehlikeye girmek gerekir Jungkook" başımla onayladım.
Muhabbet ilerledikçe aramızda ki bağ güçleniyor, iyi bir ilişkinin ilk adımlarını atıyordu. Anılarımızdan, ilgi alanlarımızdan bahsediyor; birbirimizi yapboz gibi tamamladığımızı fark ediyorduk -sadece ben farkediyordum. - Kalbi yüzünden yaptığı aktivitelere sınırlamalar gelmişti,bir çocuk için kabustan beterdi oyun oynamamak.
Koşamamak, akranlarına katılamamak, dışlanmak bir çocuk için ağırdı. Ailesini kaybetmiş,yurtta odanın köşesinde birkaç oyuncakla kendi dünyasını kurmuştu. Oynadığı evcilikleri anlatırken uzayı andıran gözleri parlıyor, içindeki dünya ağzından çıkan her kelimede hayat buluyordu.
Aniden sordu "sen nasıl geçirdin küçüklüğünü?" zor. İde edebileceğim tek kelime buydu. Derin nefesle cümleme başladım. "çocukluğum güzeldi. Ergenliğimden birkaç yıl önce annemle babam boşandı. Yanlarına gitmedim. Dış kapının mandalı olarak durmadım yanlarında, yeni ailelerini bölmek istemediğimdendi belkide. Lisede buralara geldim işte." Sessizce hiç bölmeden dinledi. Her cümlemde kafasını salladı, anlıyorum dedi sanki.
Her gün karşılaştıkça konuştuk. Yıllardır arkadaşmışız gibi bağlarımız güçlendi. Buradan çıktığımızda yapacağımız şeyleri bile kararlaştırdık. Ameliyat için gün sayıyorduk. İkimizde çok heyecanlıydık, hemen buradan çıkmak şehir şehir, diyar diyar ortalığı birbirine katacaktık.
Ertesi sabah ameliyata girecekti Taehyung. Bende geçen gün taburcu olmuştum. Her gün Taehyung'a yiyecekler, hediyeler getirmiştim. Ruhunu sevgiyle boğuyordum, bu ihtimali yok saysak da son günleri olabilirdi. Kimi zaman Taehyung'u kelebeğe benzetirdim. Kelebek kadar narin ve güçlüklere karşı savaşırdı ama kelebeğin az yaşadığı da görmezden geldiğim ayrı bir özelliğiydi.
Sabah narkoz verilmeden önce yanına gittim. Gözleri yaşları saklıyor, gecenin karanlığında hüznü gizliyordu. Ona bakınca moralimin bozulduğunu anlamış, kahkaha atmaya başladı. Gülüşü çok güzeldi. Duygularını zorla saklıyordu. Kapı çaldı. Doktor gelmiş "şimdi ameliyathane hazırlanıyor. Sizi de hazırlayacağız yavaştan vedalaşın." Vedalaşmak. Doktorun o anlamda söylemediğini biliyordum, insanın aklına geliyordu işte.
Son kez elimi tuttu. "İyileşeceğim." Diğer elimi üstüne koydum. "İyileşeceğiz."
Hasta bakıcılar odadan çıkardı. El salladık birbirimize, ameliyathane yazılı kocaman kapıdan geçti ve zorlu saatler başladı.
Aralarda ellerimle oynuyor, koridoru geziyordum. Yaklaşık 2-3 saat geçmişti, herkes bana bakıp geçiyordu. Fazla stres yapmıştım. Gerçi haklıydım da arkadaşım içerde can çekişiyordu. Ne yapsaydım bacak bacak üstüne atıp çay mı içseydim.
Birkaç saat sonra doktor kapıdan geçmişti, istemeyerek de olsa sözüne başladı. "Üzgünüm" dediklerini anlayamıyorum. "Ne?" Doktor geçen ki pişmanlıkla tekrarladı. "Maalesef kaybettik."
Kulaklarım tıkanıyor, ellerim karıncalanıp hissizleşiyordum. Doktorun dediklerini kavrayamıyordum. Bilincim yavaş yavaş kapanmış, bayılmıştım.
Hatırladıklarım doğruysa Sevgi ölmüştü. Gülüşü güneş gözleri ay gibi olan Taehyung artık ölmüştü. Bana kalan yine beyaz bir tavan ve kolumdaki serumdu.