Birkaç gün sonra
Geray
Günlerdir ilerliyorduk ve karşımıza hiç kimse çıkmamıştı. Lortlarım önden ilerliyorlardı ve şimdiye kadar Nara İmparatorluğunun neredeyse tüm kalelerini ele geçirmişlerdi. Şimdilik bulunduğumuz karargâh annemin obasına çok yakındı ve ben çadırımda bir an önce onun mezarını ziyaret etmek için fırsat kollarken haberciler durmuyordu. Ya müjdeli haberi getiriyorlardı ya da lortlarım çıkmaza girdiğinde fikir almak için geliyorlardı. Doğu kıyılarından batı kıyılarına kadar her yer ele geçirilmişti. Ve son nokta için bizi bekleyeceklerdi orası da Marobis idi ya da Akman cesaret edip ordusuyla birlikte karşımıza çıkacaktı.
Gelen son haberciyi de gönderdikten sonra tahtımdan kalkıp gelen habercileri İris'e yönlendirme emrini verdikten sonra çadırımdan çıktım. Tulpar oradaydı ve Merküt, Akel ile eğlenip duruyordu. Benim geldiğimi gördüklerinde sakinleştiler. Hızla Tulpar'a bindiğimde Akel'e de binmesini söyledim. İkimizde bineklerimizle havalandığımızda özlemle ilerledik. Anneme yaklaştığımı hisseden kalbim hızla atmaya başladığında duracak sanmıştım. Sakin olması gerektiğini defalarca hatırlatmama rağmen sözümü dinlemedi: yeryüzü benim emrimdeyken kalbim emrimi kabul etmiyordu. Bu yanımdaki dünyalar güzeli kız içinde geçerliydi. Ve o kız merakla bana bakıyordu, ''nereye gidiyoruz?''
''birini ziyaret edeceğiz'' dememle birlikte Asena ile ilk karşılaştığım ormanı geçip obayı görmüştük. İlk bıraktığım gibiydi. Issız ve yıkık. Akel hayretle bakıyordu ve ben ağlamamak için kendimi zor tutuyordum. Bizzat kendimin kazdığı toplu mezar oradaydı. Boğazım kuruduğunda bineklerimiz obanın artık yıkılmış olan girişine konmuşlardı. İnemedim. Cesaret edemedim. Akel bana bakıp duruyordu ama şu an içimde verdiğim savaşın kaybedeni olduğumu bilseydi bana hak verecekti. Annemi o kadar çok özlemiştim ki şu an mezarı kazıp cesedine sarılmak dahi istiyordum. Göğüs kafesime oturan bir düğüm yutkunmama izin vermiyordu. Boğazım düğümleniyordu. Göz yaşlarım dökülmek için emrimi beklerken Akel'in sözleri buna gerek bile bırakmadı, ''burası senin oban,'' ve yaşlar yanaklarımı ıslatarak inmeye başladılar. Çökmek istiyordum ama içimdeki hakanlık enerjisi buna izin vermiyordu, ''ve o toplu mezar,'' bana baktı, göz yaşlarımı gördü, ''annenin mezarı.'' Daha fazla dayanamadım. Derin bir nefes aldıktan sonra Tulpar ön ayaklarını kırıp kanadını açtı. Ben istemeye istmeye zıpladım ve ağır adımlarla obanın girişini geçtiğimde Akel bana yetişti ve sol elimi sımsıkı tutarak bana eşlik etti. Burada geçirdiğim o günü hatırladım, masum çocukları ve dünyadan haberleri olmayan insanları. Dedem ölmüştü, kuzeydeki savaşa rağmen annem yuğ törenine katılmakta ısrar etmişti ve ben de onunla birlikte gelmiştim. Geldiğimiz günün gecesinde Akman'ın askerleri obaya saldırdı ve herkesi kılıçtan geçirmişlerdi. Asena olmasaydı ben de şu an ölmüş olabilirdim... her olana rağmen cesaretimi toparladım. İçimdeki acıya rağmen ağlamamı durdurabilmiştim zira artık toplu mezarın yanı başındaydık. Annemi ne tarafı gömdüğümü düşünürken nihayet hatırlamıştım. Sağ tarafa doğru biraz daha yürüdükten sonra mezarı kazdığım kazma ile karşılaşınca daha da emin oldum.
''tanırlar sizin masum olduğunuzu biliyor. Uçmağda olduğunu biliyoruz.'' Akel elimi bırakmadan toplu mezara doğru bu sözleri sarf ederken ben devam edecektim, ''dedem ölmeseydi Nara sarayında olacaktık ama o ısrar etti ve geldik. Sonra da Akman'ın askerleri saldırdı... onun yanında eğildim. Asena kurt haliyle bana görünmüştü ve beni olacak olandan uzaklaştırmıştı.''
''yazgı senin için yazıldığı gibi onlar için de yazılmıştı. Ölümün bir son olmadığını hepimiz biliyor ve inanıyoruz ama ayrılıktan dolayı acıyan kalbin acısı ölümün soğukluğundan daha acı verici. Yemin ederim ki annem ve abilerimin ölümüne şahit oldum. Şamanım beni senin yanına göndermeseydi ben de ölecektim. Ama ikimizin yazgısı beraber yazılmış olacak ki şimdi buradayız ve yeryüzünün umudunu taşıyoruz.'' O göz yaşı dökse de söyledikleri bana bir olayı anımsattı. Hakan olduktan sonra bana bildirilen bir olaydı bu, ''iki çocuk varmış: biri kız diğeri erkek. Birgün yapılan kutlamada yeraltı cini tarafından saldırıya uğramışlar. Neyse ki bir kraliçe yetişip onları kurtarmış. Tuhaf olan ise erkek olan bir yaşına çoktan girmiş ve kız olan da kırkını çoktan doldurmuştu. Anlam veremediler ve şamanlar onların Bilge Erdenay'a götürülmesini tavsiye edince aileleri onay vermiş. Hemen gitmişler Marobis'e ve Erdenay'a olayı anlatmışlar. Söylenilen o ki bu iki çocuk Tumarda taht salonunda sebepsizce ağlamaya başlamışlar. Herkes şaşırmış ama Erdenay ile Muhafız İlter olayı anlamışlardı. İki çocuk İlter ve Erdenay'ın gözetimi altında yazgı taşına yatırılmış ve Erdenay Suyla Han ile iletişime geçip çocuklar hakkında olan bu olayı sormuş. Suyla Han ikisinin yazgısını Erdenay'ın gözleri önünde bağlamış. İşte o zaman anlamışlar bu çocukların ileride çok önemli olacaklarını,'' dönüp beni sakince dinleyen sevgilime baktığımda anlayan gözlerle bana bakıyordu ve devamını o getirecekti, ''ve o kızın adı Akel, erkeğin adı ise Geray.'' Başımla onayladım onu, ''bizim yazgımız henüz çocukken bağlanmış. Elbet bir gün bir araya gelecektik ve yine Hakan ile Hanım olacaktık.'' Duygu yüklü bakışlarla bana yanaştı ve sımsıkı sarıldı. Alnına derin bir öpücük kondurduğumda içim ferahlamıştı. Hemen olayı dağıtıp keyiflenmemiz gerekiyordu: bu kadar hüzün yeterliydi.
''evet anne gelinin biraz hayasız. Senin huzurunda bana sarılmaktan utanmıyor'' dememle birlikte hızla benden ayrılıp bana hafifçe vurup annemden özür diledi. İkimiz de keyifle birbirimize bakarken Tulpar ve Merküt'ün seslerini işittik. Bu normal sesleri değildi ve sanki uyarıyorlardı. Hızla yanlarına ulaştığımızda Tulpar şaha kalkıp duruyordu ve Merküt öfkeyle ötüyordu. Tam neler oluyor diye soracağım sırada ortamın enerjisinin giderek değiştiğini hissedebiliyordum ve tam da o sırada iki bineğimde kanatlarını kırıp dirseklerini öfkeyle toprağa bastırıyorlardı. Arkamda yaklaşanın enerjisi hiç iyi işaret değildi ve Akel bu enerjiye direnemeyecekti. Sendelediğinde onu tuttum ve iğrenç kahkahaların sahibiyle göz göze geldim. Yavaşça Akel'i yere yatırdıktan sonra üzerini suyla kapattım ve doğrularak hâlâ kahkaha atan şeytana yöneldim. Bir insana nazaran biraz daha uzun ve cüsseliydi. Çıplak beyaz teninin üzerine giydiği ve sadece avrat mahalini kapatan kemerli uzun siyah kumaş parçaları bile kim olduğunu haykırıyordu. Uzun siyah saçları omuzlarındaydı ve yüzü asil birinin yüzünü andırsa da kötülük ona hayran olmama engel oluyordu.
''onca kadın varken bu mu Hakan?'' hem Merküt hem de Tulpar aynı anda tepki verince göz ucuyla onlara baktı. Gerçekten de çok yoğun bir enerjisi vardı ve beni bile dirençsiz bırakıyordu.
''herkes seçimlerinin bedelini öder ve sen Akman'ı seçerek kaçınılmaz sonu ilan ettin.''
''seni temin ederim ki bugüne kadar ruhunu alabildiğim en güçlü varlık. Düşün, şu an senin tahtında oturuyor ve Ateş Lordunun gücüne sahip. Daha önce bunu başarabileni bırak yaklaşan bile olmadı.''
''babasına bile ihanet eden biri sıkıştığında seni bile harcar Erlik Han'' siyah kuzguni bakışları yüzümde toplandığında üzerindeki kötülüğün derime işlenmek için çaba sarf ettiğini ama başaramadığını hissedebiliyordum.
''demek beni tanıdın, gerçi Ak Ana sana kim olduğumu söylemiştir,''
''hayır, Ak Ana'nın söylemesine gerek yok... Senin yüzün kötülük dağıtıyor. Gözlerin zalimlik barındırıyor ve dilin yalanı doyuruyor. Bunları görmemek için kör olsak bile sesin kalplere kibir fısıldıyor.'' Evet, o zalimlerin lideri Erlik Han idi. Sinsi bakışları ve sırıtan yüzüyle bana bakıp prensesi işaret ediyordu ''sana ihanet etti sonra da onu cezalandırmadın. Unutma ki suçluyu affeden hâkim kendisini mahkûm etmiş olur.''
''o yanlış yoldan olsa da olması gerekeni yaptı. Öte yandan senin bir mahkemen bile yokken bundan bahsetmen gerekten komik.'' Sinirlenmişti ve bunu yüzünden anlamamak mümkün değildi. ''Amacına ulaşamayacaksın. Şehre varsan bile yıkmak zorunda kalacaksın, yıktığında yeryüzünü yıkmış olacaksın bu ise benim istediğim olacak. Sana yol gösterenler elbette yolunu şaşırmışlardır. Düşünsene onca yaratık senin yüzünden öldü ve ölecek. Bunun hesabını nasıl vereceksin,''
''ben ruhunu satın aldığın Akman'a benzemem. Bizi yaratanlar elbette yolumuzu da gösterenlerdir senin gibi yolu şaşıranlar değillerdir. Ve ayrıca madem şehrin üzerine yürürken senin istediğini yapıyorum neden şu an karşıma geçip beni bundan vazgeçirmeye çalışıyorsun? Ölenlere gelince onların yazgısını ben değil Ülgen Han yazdı, tanıdın mı? Sana ismini veren Ülgen Han'ı.'' Sinirlendiği her halinden ve her kelimemden sonra ki bakışlarından belli oluyordu ama yine de kendisine hâkim olup tekrar eski sinsiliğine geri dönebilmişti, ''yolun sonunda görüşeceğiz ey Hakan. Elbette son vazifende ben de orada olacağım.'' Deyip gözden kayboldu ve sanki aynı yerde başka bir yere geçmişlerdi: ortamın havası değişti ve yoğun enerji uçup gitti. Hemen Akel'in yanına gittim. Üzerindeki su kalkanını kaldırdığımda yorgun bakışları hâlâ enerjinin etkisinde olduğunu gösteriyordu, ''sana ve yeryüzüne yemin ederim ki Akel, bu savaşı sonuna kadar götüreceğim. Öleceğimi bilsem de görevimi tamamlayacağım.'' Beklemediğim anda doğrulmaya çalıştı ve benim yarımımla tamamen doğrulduğunda yeminime ortak oldu, ''sana ve öldürülen her masuma yemin olsun ki seninle ölüme kadar beraber olacağım.'' Bu bizim yeminimizdi. Hakan ve Hanım'ın yemini.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MAROBİS (TAMAMLANDI)
ФэнтезиTanrı kurdun rahmine yerleştiğinde gökyüzü yeryüzüyle bir oldu. Yeryüzünde doğan bir fitne yeraltıyla bir olduğunda yok oluş günü geldiğini ilan etti. Tanrı ve Tanrıçaların aşkı gökyüzünden taştı. Kayra Han yeryüzünü düzene sokmak istedi, bir şeh...