Baharın coşkusuyla uyanan tabiatın içindeki hayata karışma, hayatta var olma sevinci ona da bulaşmış ve dışarı çıkarak küçük değirmenin yanındaki yolda yürümeye başlamıştı Anıl. Her sabah, daha kimse uyanmadan o uyanır, hiç aksatmadığı yürüyüşünü yapardı. Yaptığı yürüyüş sadece küçük kasabasının etrafını turlamak olsa da onun için çok büyük bir işti bu. Sonuçta yaşıtları hamal, üşengeç ve her şeyi bahane eden 15 yaş grubu gençker iken, O zorlukları kabullenmiş, sorumluluk dugusunu bilen ve ailesinin başını eğdirmeyecek bir çocuktu. Anıl'ın babası Ömer, bir çiftik kurma ve şehir hayatından, sessiz kasabaya taşınma hayalini yıllar önce gerçekleştirmişti. Anıl da bu kasabada dünyaya geldi.
Çocukluğunu o ağaçtan bu ağaca tırmanarak geçirmiş, saygıyı ve sevgiyi ailesinden hakkıyla öğrenmiş akıllı bir çocuktu. Hayatı sorgulama yaşına gelene kadar -genelde ergenlikte insan kendiyle ve diğer insanlarla çatışmalar yaşar- çoğu şey onun için netti, ileride babasının kendisine bırakacağı çiftliğe sahip çıkacaktı. Taa ki kendisinin sandığı babasının hayalini gerçekleştiröeyi istemediğini anlayana kadar.
Heyecan dolu bir akşamdı Anıl ve ailesi için. Herkesin gözü penceredeydi, yeni başlayan sağnağı seyretmektelerdi. İçlerine bir endişe düştü fakat tam da o sırada kapı zili çaldı. Gelenler Anıl'ın annesi Ayla'nın teyze oğullarıydı. İkiz kardeşierden Fırat, şehirde sakin bir kafe işletirken Furkan; ailesinin tonlarca baskısına ve "Bırak oğlum şu sporu, düzgün bir işte çalış güzel bir maaşın olsun da rahat et" sözlerine karşın rahatlığın yalnızca masa başı bir işten ibaret olmadığını söylerdi ve bu nedenle onun Voleybol oynamasına kimse engel olamamıştı. Evet voleybolcu oldum, kimseye de bir zararım yok, ayrıca keyif aldığım şeyi yaptığım için de kafam çok rahat derdi. İkiz kardeşler birbirlerine zıt meslekler yapıyor gibi gözükseler de aslında birbirlerinin en iyi destekçileriydiler.
Anıl, kısa bir süredir Furkan abisinin maçlarını internetten izlemeye başlamıştı. Sadece izlemekten bile aşırı keyif alır oldu. Okula gittiğinde arkadaşlarına, Furkan abisinin smaçlarının mükemmelliğini anlatırdı hep.
Bazen de kaçamak düşüncelerle kendisinin de profosyonel oyuncu olduğunu hayal etse de hemen sonra babasının, kendisi üzerindeki emeğini düşünüp kahrolurdu. Sanki kendi hayallerinin peşinden koşmak harammış gibi...Furkan abisini karşısında görünce çok heyecanlandı Anıl. İdolünü karşısında gördüğünde bir kaç saniyelik şoku atlatır atlatmaz, " Ona sormam gereken çok fazla şey var, öğrenmem gereken taktikler olmalı" diye düşündü.
Gece olduğunda Anıl, Furkan abisiyle birlikte uyumak için çok ısrar edince Ayla Hanım onu kırmadı. Anıl'ın planı uyumak değildi tabii ki. O, bütün gece, hayallerini süsleyen şeyi ustasından dinlemek istiyordu. Furkan kendini geri tutmayıp maçlarda nasıl hissettiğini, o heyecanı ve muazzam zevki anlattı tüm gece.
Sözün özüne geldiklerinde Anıl, hayallerinden sarsılarak uyanmış, duyduklarını inkar etmek istemişti. Eğer ki voleybolcu olmak isterse ne kadar baskıya uğrayacağını, dahası babasının tepkisinin ne olacağını bir bir anlatmıştı Furkan ona. Sonrasında kendi başından geçenleri anlatmış ve küçük de olsa bir umut yeşermişti Anıl'da. Furkan yeşertti umudu ve gitti. Anıl, bir avuç insanın -öğretmenleri ve Furkan abisi- manevi desteği ile "ailesinin hayali" ve baskısı karşısında yapayalnız kalmıştı.
Anıl'ın yeşeren umudu henüz cesarete dönüşmemişken bir gün okulda bir yaygara koptu. Anıl'ın duyduğuna göre okula genç bir beden eğitimi öğretmeni atanmış ve bu öğretmen daha önce voleybol antrönörlüğü yapmıştı.
Anıl bu haberi ilk duyduğunda kulaklarına inanamadı ve derhal harekete geçti. Öğretmeniyle hızlı bir tanışma yaptı ve ondan voleybol öğrenmek istediğini söyledi. Böylece lise birinci sınıfta iken voleybol takımı kuran ilk öğrenci oldu. Takımla zamanla çok iyi anlaştı fakat birilerinin ondan iyi oynadığını görmek onu hem üzer hem de hırslandırırdı. Kısa sürede çok hızlı geliştiriyordu kendini. Annesi de onu destekliyordu tabii ki. Oğlunun spor yapıyor olması sağlığı ve sosyelleşmesi açısından çok önemliydi. Ama daha fazlasını...Antemanların birinde, koç spor salonuna daldı ve çocuklara çok önemli bir haber verdi. Dönem sonu sınavlarından sonra il içinde voleybol turnuvaları olacaktı. Herkes çok heyecanlandı, bazısı buna hazır hissetmesede takımda eksik olmasın diye katılacaktı turnuvaya. Anıl aralarında en heyecanlısı olabilirdi, ayrıca en endişelisi de. Belki ailesi katılmasına izin vermeyecekti. Belki bunu bile ona çok göreceklerdi. Anıl şansını denedi, laf cambazlığı yaptı, en önemlisi ailesine başından beri dürüst olduğu için kaptı izni.
Turnuva günü gelip çattığında şehir merkezindeki o kocaman stadyuma gittiler. Beklediğinden fazla kalabalık, hiç beklemediği kameralar, ve ailesinin onu oynarken izlemeyi kabul etmesi Anıl'ı üst üste şok ediyordu. Aklına Furkan abisinin söylediklerini getirdi.
"Maçta bazen kaybedersin ama voleybol sadece kazanıp kaybetmekten ibaret değildir. Yeri geldiğinde o kadar zevk alacaksın ki güçlü rakiplerle oynamaktan, tek düşündüğün kendini daha fazla geliştirmek istemen olacaktır." demişti Furkan. Bu sözler ona ilaç gibi gelmişti maçtan önce.Öte yandan ebeveynleri, bunu gelip geçici bir heves olduğunu; bu tarz sporların kaybeden takımı strese sokmaktan başka bir şey yapmadığını düşünüyorlardı. Halbuki bir bilseler o sert servisleri karşılamanın verdiği hissi, takım ruhunun ne demek olduğunu, en önemlisi ne kadar iyi oynarsan oyna, bir hata yaptığında takım arkadaşlarının senin için orada olup hatanı telafi etmek için çabalayışı voleybolu sevmesinin en büyük nedeniydi.
Sonucu merak ederseniz -5 tur oynandı- maç 3-2 Anıl ve takımı mağlup oldu. Takımlar çok yorulmuştu, öte yandan mağlup bir takımımız da vardı. Ama eminiz ki günün kazananı Anıl olmuştu. Yeni rakiplerle yarışmak, yeni stiller, yöntemler öğretmişti ona. Lakin en önemlisi Ayla Hanım ve Ömer Bey'in maç sonu oğullarını gururla ayakta alkışlamasıydı. Ki bu Anıl'ın gözlerinin dolmasına yetti de arttı.
Maç boyunca ne kadar yorulsa da sayı da kaybetse yılmamış bir diğer sayıyı almaya odaklanmıştı hep. Takım arkadaşlarını da aynı şekilde motive etmiş, onların esksik olduğu yerlerde devreye girmeye çalışmıştı. Bunları izleyen annesi ve babası Anıl'ın emeğinin ve isteğinin nihayet farkına varmıştı. Onun için ellerinden gelen her türlü desteği hazır edeceklerdi. Karşılığında... Karşılığı Anıl için çocuk oyuncağıydı. Yalnızca yaptığı işi ciddiye alarak sıkı bir şekilde çalışması gerekiyordu. Tek yapması gereken voleybol oynamaktı.
Fırsat bulur bulmaz Furkan'ı arayarak bu harika haberi verdi ona. Furkan, kendi takımının alt yapısında Anıl'ı görmek istediğini söyledi. Ailesinden izin almak çok zor olmuş olsa da Anıl, hayallerine kavuşup voleybol kursuna yazılmıştı. Furkan abisinin yanına taşınmış, okulunu ve derslerini aksatmadan voleybolu yürütüyordu. Büyüyünce kendini geliştirmiş olacak ve uluslarasında oynayacaktı, yeni hedefini belirlemişti. Her şey çok netti artık. Ya voleybol oynayacaktı, ya da voleybol oynayacaktı.