eighteen-that was the night I nearly lost you

1K 130 73
                                    



"Bilirsin, sevdiğin insanı öldürmenin bir sürü yolu vardırEn yavaşı da onu asla yeteri kadar sevmemektir

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

"Bilirsin, sevdiğin insanı öldürmenin bir sürü yolu vardır
En yavaşı da onu asla yeteri kadar sevmemektir."*

🍂

Sabah Jimin ile çıktığımız keşif yolculuğu sırasında topladığım kırmızı elma ve üzümleri yemeye koyulurken Jimin kapının önünde bir ateş yakmakla meşguldü. Bulduğu birkaç dal parçasını kasabadan aşırdığı kibritle alevlendirirken oturduğum yerden onu seyre daldım. Hafiften ürperince omuzlarıma evde bulduğum ince bir örtüyü atmıştım. "Sadece meyve yiyerek de açlığını hafifletebilirdin."

"Doymam öyle,"diyerek karşı çıktı kemo-sabe. Bir yandan da sabah, okuyla öldürdüğü tavşanı yüzüyordu. Bu iğrenç manzarayı izlerken beni bulduğu gün aklıma geldi. Elmadan bir ısırık daha aldım ve yaptığı iş midemi bulandırınca bakışlarımı kapalı gökyüzüne çevirdim.

Acımasız, güçlü, gözüpek ve cesaretli olabilirdim ama gerçekten de açlıktan ölmüyorsam bir hayvanın canını almaya gönlüm el vermezdi. Elbette böyle düşünmediğim zamanlar da olmuştu ancak tapınakta geçirdiğim yıllarda okuduğum kutsal metinler, dinlediğim vaazlar ve sohbetlerimiz beni bu noktaya getirmişti. Ve belki de tapınak fahişesi olmamın bana kazandırdığı en iyi şey buydu. Canlılardan uzak durmak. Yaşam haklarına göz dikmemek.

Elmayı sapına kadar sıyırdığımda çöpünü ayaklarımın dibine bıraktım. Kapının önündeki küçük taburenin üstünde oturup önümde uzanan manzarayı izlemek beni huzurlu hissettiriyordu. Bilmiyorum. Ne zaman yeşil tepelere ve gökyüzüne baksam umutla dolmadan edemiyorum.

Jungkook geri döneceğini söyledi.

Bugün ikinci gün.

Bana bu kadar uzun sürmeyeceğini, kısa zamanda beni görmeye geleceğini söylemişti. Üstelik sözlerini tutan biri olduğunu bilecek kadar tanıdım onu. Ama ziyaretinin uzaması beni yavaştan şüpheye düşürmeye ve içime kuşku tohumlarını ekmeye başlıyordu.

Ama bugünü de bekleyerek geçirecektim.

Kendi içime çekilip düşündüğüm gecelerden sonra birçok konuda daha az öfkeli bir tavır almam gerektiği sonucuna varmıştım, yalnızlığın bana iyi geldiği anlardan biriydi.

Jungkook'u anlamak. Ona onun gözünden bakabilmek.

Çünkü o da bana ve hayatıma benim gözümden bakmaya çalışmıştı. Beni kurtarırken bilinçli ya da istekli olmasa da artık bir şeylerin değiştiği açıktı. Alev almaya hazır bir kıvılcım gibi parlayan gözlerini görebiliyordum. O da en az benim kadar bu kirli düzenin bir parçası olmaktan nefret ediyordu.

Ben birçok şeyden ayrı tutabilirdim kendimi. Lider olmaktan, kovboyların isyan etmesini önlemekten, halkı doyurmaktan, kıyasıya savaşmaktan...Tüm bunlarsa onu o yapan vasıflardı. Babasının bıraktığı mirasın ağırlığı altında eziliyordu. Bana kalan bir miras yoktu bile. Ben babam tarafından kapı dışarı edilmiştim. Bakmakla yükümlü olduğum bir bebek de yoktu. Fakat Jungkook'un hayatı ona nefes aldırmayan sorumluluklar tarafından dört yandan kuşatılmıştı.

Outlaws of the Wild West | taekookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin