Ferit Bey, orasını fazla elleme. O bölgeler ilk uyuşur, en son kendine gelir.

5 0 0
                                    

Hastaneye getirildiğinde, acil kontrolünden sonra hemen yoğun bakıma alınmıştı Ferit. Kuvvetli çarpışmanın etkisiyle dalağı patladığından iç kanama geçirmiş ve komaya girmişti. Ameliyatla dalağı alınıp iç organlarındaki kan pıhtıları iyice temizlendikten sonra, ancak bugün normale dönebilmişti. Bu arada sağ kolunda ve kalçasında ezilme mevcuttu. Allahtan kırık yoktu buralarda. Ama dizi çok kötüydü. Çarpmanın etkisiyle, sağ dizindeki menüsküste bir hasar oluşmuş, muhakkak ameliyat yapılması gerektiğini söylüyordu doktorlar. Üç gün arayla iki büyük ameliyat geçireceğinden, üst üste verilecek iki narkozu vücudunun kaldıramayacağını, ufak bir risk oluşacağını söylemiştiler. Bu yüzden ameliyatı spinal anestezi, yani belden aşağısı uyuşturarak yapabileceklerini bildirdiler. Ama yine de son kararı ona bıraktılar. Önemli olmadığını bildirirken espri bile yapmış, "Kendimde olsaydım, diğer ameliyatı narkozsuz yapmanızı isterdim." demişti.
Gülümsedi doktor. "O niye?"
"Niye olacak? Ya uyanamasaydım ameliyat sonrasında? Gidip de gelmemek var. Boş verin, böylesi daha iyi. En azından, bana ne yapıldığını seyretme imkânı bulacağım. Yazdığım kitaplarda, hep bir ameliyat anlatmak istemişimdir."
"Yazar mısınız yoksa?"
Yüzünü buruşturdu. "Eh, kim sorarsa öyle. Ama tanınmamış bir yazar."
"Hazırlayın hastayı." deyip, çıkmıştı doktor. Ulan ne oluyor böyle? 'Hastayı hazırlamak' da ne demek? Ne yapacaklar acaba? Narkozla yapılan koca ameliyat geçirmişti ama bir şey hatırlamıyordu. Şimdi dandik(!) bir diz ameliyatında bile daha ilk dakikadan itibaren tırsmaya başlamıştı. Gelen hastabakıcı elinde köpük ve tıraş bıçağıyla sağ dizinin olduğu bölgeyi arkalı önlü bir güzelce tıraşlamış, tertemiz yapmıştı. Ayağında sadece boxer şortu vardı. Üzerine arkadan bağlamalı, desenli bir mavi bir önlük giydirip, tekerlekli sandalyeye bindirdiklerinde, 'Ferit oğlum, gidiyorsun' demişti kendi kendine.
Ameliyat odasına girdiğinde, biraz üşüdü sanki. İçerisi bayağı soğuktu. Ameliyat yapılan ortamın, kan akışı yavaşlasın, kanama az olsun diye, bilerek soğuk tutulduğunu duymuştu bir yerlerden. İki güçlü kuvvetli hasta bakıcı kollarından tutarak, tekerlekli sandalyeden alıp ameliyat masasına yatırdığında, heyecanı son haddindeydi. Spinal anesteziden vazgeçmeyi düşünüyordu ciddi ciddi. Narkoz verselerdi ya tekrar. Düşünüyordu ama kararından dönerse 'bak korktu' diyeceklerinden, erkekliğe bok sürdürmek istemiyordu bir bakıma. Bu arada çişi olup olmadığını sorduklarında, önce düşündü, yok gibiydi. 'Ama ne olur ne olmaz, sonra gelir' deyip tuvalete gitmek istedi, itiraz ettiler. Neymiş, steril ortamdan tuvalete giderse, mikrop getirilirmiş ameliyathaneye.
Biri seslendi oradan. "Ördekliği getirin!"
Bu ne lan! Kesinlikle işemezdi onun içine. Ne o öyle? Bir oda dolusu insanın içinde çıkarıp, onun içine mi işeyecekti? Hayatta olmaz. Üstelik içeride iki tane de bayan vardı. Bu ne ya? "Tamam tamam, psikolojik olarak çişim var sanmışım, şimdi geçti." deyip atlatmak istediyse de anlamışlardı. Kaçın kurasıydı onlar, anlamazlar mı? İki hastabakıcı tekrar kollarından tutup, mecburen tuvalete götürdü onu. Gittiğinde, bu kadar çok işeyeceğini tahmin etmemişti. Bitmiyordu bir türlü.
Rahatlamış olarak geri dönmüştü şimdi. Tekrar yattı masaya. Bu defa, ameliyat masasının üzerinde yan dönmesini istedi uyuşturucu ilâcı verecek olan anestezi uzmanı. O kendi kendine dönmeye çalıştığında itiraz edip, hastabakıcılara onu yan çevirmesini söyledi. Çünkü masa çok dardı. Biraz kıpırdasa, aşağıya düşmesi işten bile değildi. Masanın böyle dar olmasının sebebiyse, doktorun ameliyat anında iyice yanına sokulabilmesi içindi. Onu sol yanına doğru çevirdiler. Sırtının ortasında, belkemiğinin üzerinde, sivrisinek ısırığı kadar küçük bir acı hissetti. Azıcık acımıştı. İyi iyi. 'Herhalde bu belkemiğindeki sinirlere vurulan uyuşturucu iğnedir' diye düşündü ama kazın ayağı hiç de öyle değilmiş. O vurulan iğne, biraz sonra vurulacak olan koskocaman şırınganın, onun canını acıtmasın diye, önceden bölgesel uyuşturma yapması içinmiş. Biraz daha öylece bekledi. Şimdi bir el, belkemiğinin üzerini öyle kuvvetle bastırıyordu ki nerdeyse masadan aşağıya düşecekti, o derece. 'Herhalde ilâcın yayılması için ovalıyorlar' diye düşünürken, birden belkemiğinden gelen elektrik akımı gibi bir şey, sağ ayak parmak ucundan çıktı gitti. İlâcı veren bayan uzmana bunu söylediğinde, 'normal bir şey' olduğunu bildirdi. Sonra sol yanına yatırıp öylece bıraktılar belden aşağısının uyuşması için. Aslında kadının eliyle belkemiğini bastırıyor sandığı şey, devasa büyüklükteki şırınganın iğnesini, belkemiğinin içinde bulunan sinire sokmaya çalışırken zorlandığı içinmiş. Vay vay vay! Onu da ameliyat olduktan sonra, bir ara internetten izlerken görmüştü. İyi ki daha önce seyretmemiş. 'Yoksa ameliyat olmaktan vazgeçerdim' diye düşünmüştü.
Şimdi arada sırada anestezi uzmanı gelip bacağından aşağıdaki bir bölgeyi çimdikliyor, bazen de gelip ayak tabanına iğne gibi bir şey batırdıktan sonra duyup duymadığını kontrol ediyordu. Az çok tahmin edebiliyordu olacakları. Diş çekilirken morfin uyguladıkları gibi. Ne duyuyor ne duymuyordu ama garanti olsun diye, "Duyuyorum," diye geçiştiriyordu. Biraz daha uyuşsun daha iyiydi. 'Ulan neme lazım, canlı canlı keserler de danalar gibi bağırtırlar buralarda' diye aklından geçiriyordu.
Biraz sonra ilâcı veren uzman cırtlak sesiyle "Eyvah!" dedi. Sanırım bir aksilik olmuştu. "Görmediniz mi arkadaşlar, adamın sağ dizi traşlı, siz sol yanına yatırmışsınız. Çabuk çevirin sağa." demez mi? Haydaa! İki hastabakıcı apar topar sağ yanına çevirdiler onu. Konuyu anlamıştı az buçuk. Zaten belli oluyordu. Deminden beri sol yanının üzerine yattığından, sol bacağı kütük gibi olmuş, uyuştuğundan hiçbir şey duymuyordu. Sağ bacağını çimdikledi. Bak, onu hissedebiliyordu. Aldı mı onu bir korku. Ulan şu işe bak! Uyuşturucu şimdi sol bacağına yayıldı. Sağa ise pek ilâç kalmadı. Ya ameliyat sırasında canı acırsa? Bunu uzmana sorduğunda gülerek, "Yok bir şey olmaz. Şimdi ona da yayılır uyuşma, merak etme." dese de Ferit hâlâ ufak ufak tırsıyordu.
Ama korktuğu gibi olmadı. Baktı ki onu apar topar yatırdılar sırt üstü. "Ne oluyor kardeş?" dediğinde, herhalde onlar bacağına bir şey batırmış ki verilen uyuşturucunun etkisiyle duymamıştı bile. Demek ki tam uyuşma sağlanmıştı. Kollarını yan tarafa açıp da onu sıkıca bağladıklarında, resmen titremeye başlamıştı. Bu ne lan? Resmen çarmıha gerilmiş gibiydi. Bir türlü sakinleşemiyordu. Etrafa rezil olmak, işten bile değildi. Yine işi espriyle halletmeye çalıştı. "Hocam, biraz korkuyorum," dedi gülümsemeye çalışarak. "Baksanıza, nasıl da titriyorum. Hani hep söylerler ya... Cesaret ilâcı mı ne varmış. Ondan uygulayın isterseniz." Tabi ki onlar böyle durumlarla her gün karşılaştıklarından, güldü kadıncağız. "Yok, ondan değil senin titremen. İçerisi biraz soğuk ya. Ama biz yine serumun içine katarız o ilâçtan, sıkma canını." demişti ama katıp katmadıklarını bilmiyordu. Belki de öyle bir ilâç bile yoktu. Katarız dedikleri için bir güven gelmişti. Onlara güvenecekti artık. El mecburdu. Güvenmeyip de ne yapacaktı ki?
Şimdi kolları iki yana bağlanmış vaziyette derken, bir de baktı ki sağ bacağı kurbanlık koyun gibi deri kayışla yukarıda bir yere asılmış, öylece duruyordu. Bacağını ne zaman bağlamışlar, ne zaman yukarıya kaldırmışlar, hiç anlamamıştı. Doktor, onun bacağını göz hizasına kadar kaldırmıştı yukarıya, ameliyatı rahat rahat yapsın diye. Hemen önüne yeşil bir örtü koyduklarında, itiraz etti. "Ben de seyredeceğim ameliyatı." diyerek sızlandı ama "Olmaz, seyrederken korkarsın." dediklerinde, onları korkmayacağına ikna etti. Artık niye korkacaktı ki? Nasıl olsa hiçbir şey duymuyordu vücudunun alt tarafında. Ama böyle söylemekle, limitlerini zorluyordu. 'Ulan, adamları niye kızdırıyorsun' dedi kendi kendine. Doktor işini yapmaya çalışıyor, onun derdi ise başkaydı. Kendi ameliyatını seyredecekmiş... Bak bak. Bir ameliyatın nasıl olduğunu yazacakmış romanında. Ama doktor anlayışlıydı. "Başlangıç aşamasını tamamlayalım, ameliyat sırasında monitörü senden tarafa çeviririz, izlersin." dediğinde, onayladı başıyla.
Bu sırada hastaneye Nesrin ve Gülnaz da gelmiş, onun durumu hakkında bilgi almaya çalışıyorlardı danışmadan. Görevliler de 'şimdi ameliyat aşamasında olduğunu ama durumunun tehlikeli olmadığını, başarılı bir dalak ameliyatı geçirdikten sonra, dizindeki küçük bir problem için tekrar ameliyata alındığını' söylemişler, rahatlatmıştı onları. Tabii ki bu olanlardan Ferit'in haberi yoktu.
Şimdi kolunun birinde serum, diğerinde tansiyon aleti bağlıydı. Ameliyat esnasında vücuttaki kan akışkanlığı yavaş olsun diye onun tansiyonunu bilinçli şekilde düşürmüşlerdi. Bir taraftan tansiyon basıncını dikkatle takip ederken, diğer ekrandan da yapılan ameliyatın görüntüsünü doktorla beraber, Ferit de izliyordu. Vücuttaki tansiyon basıncı iyice düştüğünden, üşüyordu. Katlanacaktı artık. Tıpta adına 'artroskopi' denilen bir eklem ameliyatıydı bu. Yani ameliyat olunacak bölgeye, sağından ve solundan iki küçük kesi açılıyor, şiş gibi ince uzun iki aparattan birinin ucunda mikro kamera, diğerinde ise işlemi yapacak olan alet bulunuyor. Bunu, ucu değiştirilebilen çok fonksiyonlu tornavida gibi düşünürsek, gerekli durumlara göre kullanılacak bir aparat takılıyor ucuna. Örneğin, içeride küçük bir kesi yapılacaksa minik bir neşter, bir parça kesilip çıkarılacaksa küçük bir makas veya pens, bir yer dikilecekse dikiş aparatı takılabiliyor. Buradaki amaç, ameliyat yapılacak olan bölgeyi kesip açmadan, o bölgenin içine girilip, iş bittikten sonra küçük kesikleri bir iki dikişle kapatabilmek. Böyle yapılan ameliyatlarda, hasta nerdeyse bir iki günde ayağa kalkabiliyormuş.
Doktorun işi on beş dakika gibi kısa bir zaman içinde bitmişti ama diğerlerinin işi daha vardı. Kimisi ameliyat yapılan yerdeki pis kanın akması için o bölgeye geçici olarak bir kan pompası takıyor, kimisi kesik yerlere dikiş atmaya çalışırken, bir diğeri de tansiyonunu dengelemeye çalışıyordu. Tam bir ekip çalışmasıydı. "Kendini rahat hissediyor musun?" sorusuna alınan olumlu cevaptan sonra, onu tekerlekli sandalyeye alıp, kontrol odasındaki yatağına yatırdılar. Kendini şöyle bir yokladı Ferit. Belden aşağısını hissetmiyordu. Sanki bacakları onun değildi. Kimse görmeden ellerini nevresimin altına sokup orasını burasını elliyordu ama elleri dokunduğu yerleri hissediyordu da işin garibi, dokunduğu yerler ellerini hissetmiyordu. 'Neyse' dedi, 'nasıl olsa yavaş yavaş kendine gelir' diye düşündü.

YABANGÜLÜ NESRİNHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin