Erlinay

105 17 0
                                    


Hızla karargâha ulaşmamla meraklı gözlerin bizim üzerimize toplanması eş zamanlı olmuştu. Tulpar ilk defa kanatsızdı ve ilk defa yanımda bir kurtla birlikte gelmiştim. Sınırda nöbet tutan tepegözleri geçerek ilerledik. İkinci birlik olan itbarakları geçtik. Öncü birlik olan buz ordusunu da geçince ana çadıra ulaşmak için hafif sola kaydık. Tam ileride komuta kademe eksiksiz beni bekliyordu ve pek tabi hafiften yağan yağmurun giderek şiddetleneceğini haber eden şimşeklerin eşliğinde. Tulpar yavaşladı ve biz çadıra iyice yaklaştık. Gözlerim Kam Tuyon'un üzerindeydi ve tereddütsüz bana bakıyordu. Diğer şamanlar da ve komutanlarım da. İris biraz arkada kalmıştı yanında iki bozayı ve kar leoparı bulunuyordu: onu koruyorlardı. Lortların yüzündeki durgunluğu görmemle birlikte Akel'in at sırtında hızla geldiğini gördüm. Endişeli görünüyordu ve atın üzerinde olmasına rağmen soluk soluğaydı. Merküt'ün sesini işittim. Herkes gibi bu heybetli çağrıyı duyduğumda artık Tulpar durmuş ve komuta kademenin önündeydik. ''Neler oluyor Geray?'' İris'in sorusu en önce geldi ama cevap bende değil hızla gelen Akel de idi. Tulpar'ın dizginlerini sağa hafif çektiğimde Akel'in geldiği yöne yönelmiştim ve Akel de artık yanımızdaydı, ''Akman!'' gözleri korku doluydu ve nefes alışverişleri sıktı. Atını dizginlemeye çalışırken aynı zamanda söyleyeceklerini tüm nefessizliğine rağmen söyleyecekti, ''geliyor. Üstelik devasa bir orduyla.'' Minik bir uğultu koptu onun sözlerini duyanlardan. Kimisinin kalp atışı hızlandı kimisinin bedeni titredi. Ve hiç şüphesiz tüm gözler benim üzerimdeydi. Derin bir nefes alarak indim. Akel de benimle birlikte indi. Orada tüm asaletiyle duran bozkurda baktım. Masmavi gözleri benim gözlerimle birleştiğinde başımı hafifçe öne eğdim. Emrimi almasıyla birlikte boyun eğip hızla yanımızdan uzaklaşarak şehrin olduğu tarafa koştu. Tek söz etmeden çadırıma doğru girdim ve diğerleri arkamdan geldiler.

''nihayet gelme şerefinde bulundu'' diyen İris'in gözlerindeki öfkenin ardında sakladığı kardeş hasretini görmek elbette zordu ama ben görebiliyordum. Tahtıma oturdum. Oturmamla birlikte yağmurun toprakla buluşmasından çıkan ses tümüyle kulaklarımızda yankılandı. ''Evet, nihayet geldi''

''ne yapacağız?'' bu korkudan dolayı ortaya atılan bir soru değildi tam tersi hepsinde bir an önce savaşma isteği dolup taşıyordu.

''Ne mi yapacağız? Elbette onları topraklarımızda ağırlayacağız.'' Şaşkınca bana bakıyorlardı ve anlamamışlardı. ''Nasıl?'' Şahmeran'ın sorusu elbette herkesin aklındaki soruydu. Tüm ciddiyetimle gözlerimi kıstım ve kaşlarımı çattım. Zihnimde akıp giden senaryoların yüzüme yansımasıydı ve en sonunda sırıtmıştım, ''aklınıza mukayyet olun. Akman yanında çok güçlü bir silahla geliyor.''

''Ateş Lordunun Yayı''

''Hayır Akel. Bu öyle bir silah ki elle tutulur değil ve tıpkı dışarıda yağan yağmurun toprak üzerinde yol alması kadar hızlı,'' ayağa kalktım ve yavaşça ilerledim, ''zihinlere işleyen bir silah,'' gözlerim istemsizce Kama Tuyon'a kaymıştı, ''göreceklerinize hazır olun. Gelen ordu öldürmek için değil ölmek için geliyor.''

''efendimizin dediğini anlamakta zorluk çekiyorum,'' Kavçin'in düşünceli sesinin yanında çatık kaşları sözlerimi tarttığını işaretiydi, ''Akman yanında kimle geliyor ve bu ordunun diğer ordulardan farkı ne?''

''bu ordu topraklarımızı almak için değil aklımızı almak için geliyor.'' Çadırın girişinin önünde öylece durdum. Rahat olmasam bile öyle görünmeliydim. Arkamdaki yaratıklar benden güç alacaklardı ve askerleri de onlardan. Eğer ben kendimi sıkıntıda hisseder gibi yansıtırsam bu savaşı en başından kaybederiz. Bunu asla istemiyordum. Akmanın gücü, zalim ordusu, şeytanlar yetmiyormuş gibi bir de Yalancı Mürsel'in müritleri. Hiç şüphesiz bu savaş diğerlerinden çok daha zor olacaktı.

MAROBİS (TAMAMLANDI)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin