Kızlar eşek osurdukça, erkekler ise köpek osurdukça büyür.

7 2 1
                                    

     Çiskin şeklinde yağan yağmur hızını daha da arttırmış, karşıdan esen hafif rüzgârın da etkisi ile tellerinin çoğu kırık bir şemsiyenin altında ilerlemeye çalışan iki okul çocuğunun yüzüne doğru, inadına sicim gibi iniyordu.
     "Esra fazla uzaklaşma şemsiyenin altından, ıslanacaksın."
     "Tamam, geldik zaten. Ama sen o kadar yolu, bu havada geri dönmek zorundasın benim için."
     Gökhan, Esra'nın gözlerine sıcacık baktı. Islanmış saçlarından süzülen su tanecikleri yüzüne aktığından, esmer teninin üzerinde boncuk boncuk duruyordu kara kuru oğlanın. "Ne farkeder ki?" dedi bal rengi gözlerini kısarak. "Bu havadan kötülerini de gördük, biliyorsun." derken, gülümsüyordu.
     Esra birden geçen kışı hatırladı. O an, gözlerinin önünden film şeridi gibi geçiyor derler ya öyle bir şey. Deyim yerindeyse, kar saçaklara kadar yağmıştı. Yine böyle bir okul dönüşü, evlerine çok az bir mesafe kaldığı sırada, köyün dağa bakan yamacından, hızla onlara doğru gelmekte olan köpeklerin havlamaları daha da şiddetlenmiş, onlardan tarafa doğru koştuklarını dehşetle görmüşlerdi. Kar o kadar çoktu ki köy sakinleri yolun ortasında ancak iki kişinin yan yana yürüyebileceği genişlikte bir patika açmış, karın yüksekliği ise, onların çocuk boylarının çok çok üstündeydi. Şimdi iki çocuk oldukları yerde donakalmıştı. Çünkü yolun yukarısından, tünel şeklindeki karlı patikanın içinden, siyah bir yaban domuzunun onların olduğu tarafa doğru, arkasındaki köpek sürüsü ile birlikte son sürat, yoldan aşağıya koştuğunu gördüler. Esra gözlerini kapamış, olduğu yerde çaresiz bir şekilde dururken, son anda Gökhan onu kucaklayıp yan tarafa yatırınca, boylu boyunca kara gömülmüşlerdi. Ama ikisinin de patikanın üzerinde kalan bacaklarının üzerinden atlayıp geçen yaban domuzunun ve arkasındaki köpek sürüsünün ayaklarının, kendi bacaklarına her dokunuşlarındaki yaşadıkları korkuyu, ömürleri boyunca unutamayacaklardı.
     Gökhan tüm içtenliğiyle, "Daldın yine, ne düşünüyorsun?" diye sorunca ona dönen Esra, "Geçen seneki olay aklıma geldi de." demişti. İnci gibi beyaz dişlerini iyice ortaya çıkartacak şekilde gülümsedi Gökhan. Şimdi içinden yaban domuzuna ve köpeklere teşekkür ettiğini nerden bilsin Esra. O olaydan sonra Esra'yı müthiş bir köpek korkusu esir almıştı. Bu yüzden her Allah'ın günü, okuldan eve Gökhan götürüyordu onu. Sabahları babası Hidroelektrik santralındaki işine giderken, Esra'yı köy meydanından kalkan servise kadar bıraktığından, sadece okul dönüşü beraber geliyorlardı ama Gökhan'ın bundan hiç şikâyeti yoktu. Hatta için için, o olaya minnet duymuyor da değildi.

     Babası orman muhafaza memuruydu. Beş senedir bu küçük, şirin dağ köyünde görevdeydi. Gökhan burada doğmamıştı ama köyü çok sevmiş, bebeklikten kurtulduğu bir önceki yaşadıkları küçük ilçeyi zar zor hatırlıyordu. O ilçeden hatıralarında kalan tek şey, galiba sünnetiydi. Herhalde çocuk aklı ile çok korkmuş olacak ki sadece onu hatırlıyordu. Kendi kendine gülümsedi. Şimdi ise, ilköğretim okulu olmayan bu küçük dağ köyünde yaşadıklarından, ilçedeki ortaokula köy muhtarlığına ait küçük otobüsle gidip geliyorlardı.
     Gökhan ile Esra yaşıttılar. Her ikisi de on iki yaşından on üçe geçmek üzere olduğundan, bu sene orta birinci sınıftaydı. Esra'ya dönüp baktığında, onun yağmur altında ıslanmış saçları ile daha bir başka göründüğünü farketti. Bu sene biraz daha serpilip güzelleşmişti. Geçen seneki çocuk fiziğinden kurtulmuş, sanki genç kız aşamasına geçmiş gibiydi. Birden bu düşünceler yüzünden yüzü kızardı. Daha birkaç seneye kadar Esra mini minnacık bir kızdı, onun boyundan çok küçüktü. Bu sene ise, anlaşılmaz şekilde birden boy atmış, onu geride bırakıvermişti. Hatta farkettirmeden yan gözle süzdüğünde, çocuk bedeninden sıyrılıp, genç kızlık bedenine geçtiği, okul üniformasının cep hizasındaki göğüs kısmının belli olacak şekilde şişkinleşmesi, gözünden kaçmıyordu. Gökhan birgün annesine bu durumu sorduğunda, annesi saçlarını şefkatle okşamış, 'meraklanma benim kara gözlü paşam, sen de büyüyeceksin ama birkaç sene sonra. Kızlar bu yaşlarda çok çabuk büyürken, erkeklerin büyümesi biraz geri kalır. Ondan sonra bir bakmışsın sen onları geçivermişsin de kocaman adam olmuşsun, anlamazsın bile' dediğinde yüreğine biraz su serpilmişti. Annesi, 'kızlar eşek osurdukça, erkekler köpek osurdukça büyür' deyince, buna kahkahalarla gülmüştü.
     Beraber yürürken, Esra onun ablası gibi duruyordu yanında. Oysa iki sene öncesinde, Gökhan arkadaşları ile top oynarken yanından hiç ayrılmaz, nereye giderse onunla beraber gelirdi. Erkek çocuklar maç yapmak istediğinde o da tutturur 'ben de oynayacağım' diye. Diğer gruptaki çocuklar takımlarında kız oynatmak istemediğinden, çaresiz Gökhan'ın takımına kalırdı. Ama hakkını yememek lazımdı kızın... Önceleri acemilik çekse de sonradan bir açılmıştı ki değme erkek oyunculara taş çıkartacak şekilde oynamaya başlamıştı. Nasıl derler, 'Erkek Fatma' gibiydi. Ama bir defasında Gökhan'ı kızdıracak bir şey yapmıştı çocuk masumluğu ile. Köy yerinde forma ne gezer... Takımın birisinin giyimli, diğerinin de üstü çıplak oynaması gerektiğinden, onların takımındaki erkek çocuklar elbiselerinin üzerlerini çıkarıp çıplak kaldığında, Gökhan bir de ne görsün! Esra da elbisesinin üstünü çıkarmamış mı? Cılız, bembeyaz teleme peyniri gibi teni ile öylece duruyordu sahanın ortasında. Gerçi genç kız vücudu henüz oluşmadığından çekinilecek bir durum yoktu ortada ama Gökhan kıskandığını belli edercesine onu azarlayarak, elbisesinin üstünü giymesini söylediğinde, çocukların alay konusu olmuştu o olaydan sonra. Bütün çocukların, 'Gökhan Esra'yı seviyoo... Gökhan Esra'yı seviyoo...' diye tempo tuttuklarını hatırladıkça, şimdi bile yüzü kızarıyordu.
     "Gökhan çok sağol, geldik."
     "Ha! Ne? Geldik mi?"
     Gökhan derinlere daldığından eve geldiklerini fark edememiş, her zamanki gibi hazırlıksız yakalanmıştı yine. Son zamanlarda bu sık sık olmaya başlamıştı. "Gökhan, ne oluyor Allahaşkına?" diye ondan tarafa eğilip sordu Esra. "Çok dalgınsın bugünlerde. Benim bilmediğim bir sıkıntın mı var yoksa?"
     "Yok ya ne olacak. Haydi yarın görüşmek üzere, hoşça kal." diyerek, yüzünün kızarıklığı görünmesin diye yarım yamalak vedalaşıp, gerisin geriye dönerek evinin yolunu tutmuştu. Nasıl dalgın olmasın ki? Esra'nın serpilip güzelleşerek bir genç kız kimliğine bürünmüş olan bu hali, yetişkin erkek öğrencilerin bile manidar bakışlarına sebep oluyordu. Hatta liselilerin bile okulda ona nasıl baktıkları gözünden kaçmıyordu. Alımlı bir genç kız olmuştu. Bu durum Gökhan'ı üzüyor, o çocuk haliyle kıskançlık krizlerine sokuyordu. Onun yanında çelimsiz, zayıf, esmer bir oğlan çocuğundan öte değildi. Arkasından gelen bir sesle, aniden irkildi.
     "Gökhan ne haber? Esra'yı mı götürdün yine?"
     Bu arkadaşı Nihat'tı. Orta ikiye gidiyordu. Ondan ancak bir yaş büyük olmasına rağmen, Nihat'ın kendi yaşıtlarından bile gösterişli bir fiziği vardı.
     "Biliyorsun işte..."
     Yağmur dinmiş gibiydi. Gökhan şemsiyeyi kapamış, sularını silkelerken Nihat bakmasına devam ediyordu. "Ne bu oğlum? Yaz yağmuru bu. Eriyecek misiniz? Böyle... Şemsiye falan." Gökhan böyle süklüm püklüm dururken Nihat ise yağmurdan vücuduna yapışmış ıslak, beyaz tişörtü ile heykel gibi duruyordu onun karşısında. Sarışın, mavi gözlü, atletik yapılı, güçlü kuvvetli bir çocuktu. Değil yaşıtları, liseye giden abileri bile onunla dalaşmaya korkarlardı. Yaşı küçük olsa da fiziki yapısı onlardan aşağı değil, hatta bazılarından fazlaydı bile. Küçüklüğünden beri kendi çiftliklerinde devamlı bağ bahçe işleri ile uğraştığından, aşırı spor yapmış gibi gelişmişti. Kendi işi de olsa, başkaları gibi burnu büyüklük yapmaz, çiftlikte eşşek gibi çalışırdı. Ama bu çalışma zoraki değildi. Hatta çiftlik hayatının ağır koşullarından zevk aldığı bile söylenebilirdi. Onun böyle kendi işinde canla başla çalıştığını görenler, yanlarında işçi olarak çalışanlardan ayırt edemezlerdi.
     Nihat'ın yaşantısına tam tezat bir de kız kardeşi vardı... Çağla. Aman Allahım! Evlere şenlik. O ise, nerdeyse köyde doğduğuna isyan edesi geliyor, buraları beğenmez bir hava içinde, burnu yukarıda, mecburiyetten çiftlikte zaman geçirmeye çalışıyordu. Buralar ona göre değildi. Hele ortaokul bitsin, liseyi pek burada okumaya niyetli gözükmüyordu. Nihat, kardeşinin bu hevesini bildiğinden, zamanı geldiğinde onu paralı bir okulda okutmaktı düşüncesi. Geçen sene, harman zamanı rahmetli olan babasının bir ara annesi ile konuşmasında bunun gibi bir şeyler söylediğini hatırlıyordu. Ee, aile reisi o sayılırdı artık. Annesi bile öyle diyordu; 'Bu evin direği sensin, çiftliği sen çekip çevireceksin oğlum' dediğinde, Nihat sanki sorumluluğunun bilincinde olan bir yetişkin gibi annesine sarılıp öperek, ona güvenebileceğini hissettirmişti. Onun köy yerinde zengin sayılabilecek, hatta bundan sonraki yaşamını garanti altında hissettiği mal varlığı vardı. O yüzden hiç bir şeyi tasa etmez, gününü gün etmeyi seven, kendisiyle barışık bir tipti. Ama sadece okul hayatını pek sevememişti. Okula bile annesinin zoru ile gidiyordu. Yoksa derslerle zerre kadar alâkası yoktu. Yaşıtlarından aşağı kalmamak için çok çaba sarfediyordu, ama ders çalışarak değil.
     Geçen sene orta birden ikiye nasıl geçtiğini herkes biliyordu. Dayak zoru ile gözünü korkuttuğu sıra arkadaşına tüm soruları yaptırıp, ancak öyle geçmişti sınıfını. Gökhan ise onun tam tersine, herkesin 'inek' diye tarif ettiği bir öğrenci tipiydi adeta. Kendi dersleri yetmezmiş gibi, şimdiden bir üst sınıfın derslerine çalışıyordu. Tabi söylemeye gerek yok, bir de Esra'nın derslerine yardım ediyordu. Arta kalan zamanlarında, kitap elinden hiç eksik olmuyordu. Sakin, sessiz, duygusal bir yapısı vardı. O kadar ağırbaşlıydı ki onun bu sakin duruşu Nihat'ı bile etkiliyordu. Sanki büyümüş de küçülmüştü. Başka çocukların gözünü korkutmayı seven Nihat, nedense Gökhan'a karşı anlaşılmaz bir saygı duyuyordu. Onunla alay etmeye kalktığında Gökhan karşılık bile vermiyor, hatta onun utanmasına sebep olacak şekilde olgun davranınca da yaptığına pişman oluyordu. İşte yine aynı şey olmuştu... Gökhan onun alay şeklinde söylediği cümleyi duymazlıktan gelmiş, hatta onu şemsiyesinin altına davet etmişti. Esra yüzünden onun ile dalga geçecekken, Gökhan'ın bu davranışı karşısında, "Yok sağol, ben ıslandım zaten. Artık evde üstümü değiştiririm." dedikten sonra, koşarak uzaklaşmıştı oradan.
     Gökhan da hayalleriyle birlikte, bu bahar yağmurun tadını çıkara çıkara yürüyor, evi köyün bir ucunda olsa da Esra'nın arkadaşlığının hatırı için bu iş ona zor gelmiyordu. Birden köpek havlamaları ile irkildi, gülümsedi. Kesin bu Nihat'ın işidir. Hiç rahat durmaz, sakin sakin bir köşeye kıvrılmış olan sahipsiz köpekleri rahatsız eder, onlara taş atar, kızgınlıklarına sebep olurdu. Ama bu defa durum farklıydı galiba. Çünkü bu sesler bir değil, birkaç köpeğin havlamasına benziyordu. Adımlarını sıklaştırdı. Bir de ne görsün! İlerideki kocaman meşe ağacının altında iki kızgın köpek ağzından salyalar akıtarak yukarıya, ağacın tepesine doğru sertçe havlıyorlardı. 'Herhalde bir kediyi sıkıştırıp ağaca çıkmasına sebep olmuşlardır' diye düşünerek onların yanlarından geçerken, köpeklere yumuşak bir tonda seslenmeyi ihmal etmedi.
     Gökhan'ın köyün köpekleri ile arası çok iyiydi. Şeytan tüyü vardı sanki onda. Onların en kızgın olduğu zamanlarda, sürü halinde gezdiklerinde bile korkusuzca yanlarına gider, onlara isimleri ile seslenip, sakinleşmelerini sağlardı. Sadece köpekler değil, tüm hayvanlara karşı sevecen davranırdı. Başka çocuklar bir yılan görse hemen taş atar, ama Gökhan onları görünce engel olur, doğadaki her canlının bir görevi olduğunu, dili döndüğünce anlatmaya çalışırdı. Seslendi, "Karaburun, ne oldu oğlum? Bırak, sıkıştırma kediyi." diyerek. Ağacın tepesine doğru havlayan köpeklerden, burnunun ucu ve ağız etrafı kara olup, diğer yerleri kirli beyaz olan iri bir köpek, Gökhan'ın seslenmesi ile ondan tarafa dönüp, sevincini belli edecek şeklinde kuyruk salladıktan sonra, hâlâ havlamasına devam ediyordu. "Allah Allah... Hiç bu kadar kızgın görmemiştim bunları." diye söylenerek ağacın tepesine baktığında, arkadaşı Nihat'ın en üst dala baykuş gibi tünemiş olduğunu görünce, gülümsemeden edemedi. "Yine taş attın değil mi?" deyince, Nihat yukarıdan öfkesini kusuyordu. "Ya ne yapacaktım? İtoğlu itler!" diyordu sinirli bir şekilde. "İkisi bir olmuşlar, öyle bir kopup geldiler ki üzerime, ağacın üzerine zor attım kendimi. Tek tek gelselerdi gösterirdim onlara gününü ama bu defa ikisi birden geldiler."
     Gökhan yukarıya doğru seslendi. "Tamam in haydi. Ben onları sakinleştiririm."
     "Yok ya! Anan güzel mi senin? Kov şunları bak, yoksa fena olacak!"
     Onun ağacın üzerinden böyle efelendiğini duyan Gökhan, mahsustan köye doğru yürümeye başladı. Şimdi hem yürüyor, hem de kulağı arkadaydı. Adı gibi emindi ki biraz sonra, on adım uzaklaşmadan onu çağıracaktı. İşte, düşündüğü gibi olmuştu. "Özür dilerim. Tamam, çek şunları... Ne olur." diyordu yalvaran bir ses tonuyla. Gökhan, gözlerinde kocaman bir gülümsemeyle geri döndü. "Karaburun, Garip... Hadi oğlum, gelin buraya bakalım, haydi." deyince, köpeklerin ikisi de onun böyle tatlı dille ve sevecenlikle söylediklerini anlıyormuş gibi geldiler yanına. Hayret! Anlaşılmaz derecede sakindiler. Şimdi bacaklarına sürtünüyor, karınlarının üzerinde sürünerek Gökhan'a yaklaşıp birden üzerine sıçrayarak, onun ellerini kollarını yalıyorlardı. "Tamam, tamam. Kesin sırnaşmayı bakayım." diyerek, şaka yollu onların kaba yerlerini şöyle hafifçe tokatladığında, şimdi sırtüstü yatmışlar, oyun yapıyorlardı. O da onları kırmamak için, köpeklerin en çok sevdiği hareketi yapmakla meşguldü. Yere eğilip karınlarını kaşırken, Nihat da manzarayı ağacın üzerinden şaşkınlıkla izliyordu. Ağacın tepesinde durmakta olan Nihat'a seslendi Gökhan. "Ben bunları alıp ileriye doğru gidiyorum. Biz iyice uzaklaşınca inersin sen de." dedikten sonra köpekleri bir el hareketi ile çağıran Gökhan köye doğru giderken, ağacın üzerine doğru el sallıyordu "Sonra görüşürüz." diyerek.
     Gökhan oradan uzaklaşırken, iki azgın köpek şimdi sanki süt dökmüş kedi gibi sakince onu takip ediyor, arada bir onun sırtına atlarmış gibi hareketler yaptıkça, onların pençelerinden tutup çimenlere doğru savuruyordu. Nihat da bu fırsattan istifade bir çırpıda inmiş, arkasına bile bakmadan, yıldırım hızıyla ters yönde koşarak gözden kaybolmuştu.
     Biraz önceki yaz yağmurunun ardından aniden güneş çıkmış, yerden buğu şeklinde dumanlar yükseliyor, toprak, kurumuş gübre ile karışık, bir hoş kokuyordu. Gökhan, köyün yollarının yağmurdan sonraki bu kokusunu seviyordu en çok. Bu düşüncelerle sokakları bir çırpıda geçmiş, evlerine gelmişti bile. Birden bahçeden seslenen annesinin sevecen sesi ile irkildi.
     "Gökhan haydi oğlum, yemeğe oturuyoruz."
     "Tamam anne... Geldim."

3 GEN'çHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin