Yumruğunu bilinçsizce, ceviz ağacın sert gövdesine doğru savurdu Gökhan.

1 0 0
                                    

     Yaz nihayet gelmiş, sıcaklar yavaş yavaş kendini hissettirmeye başlamıştı ama burası dağ eteğinde bir köy olduğundan, baharın etkileri hâlâ sürüyordu. Mevsim yaz başlangıcı olsa da daha Haziranın beşiydi. Bu yüzden akşamüstü çıkan hafif rüzgâr, insanın sırtında tatlı ürpertiler geçirmesine neden oluyordu.
     İki genç, etrafı mis kokulu sardunyalar, kasımpatları, kadife çiçekleri, kaynanadilleri, küpeciklerle çevrili asma dallarının, doğal kamelyaya çevirdiği bu kuş yuvasını andıran yerdeki tahta masada oturmuş, çeşit çeşit, renk renk kelebeklerin uçuştuğu, arıların çiçekten çiçeğe telâşla koşuştuğu cennetten bir köşeyi andıran bahçeyi çoktandır görmedikleri, etrafa hayran hayran bakmalarından belli oluyordu.
     Başındaki kar gibi beyaz başörtüsünün kenarlarından dışarı taşan kırçıl saçlarını, yaşmak denen beyaz bir örtünün altına sokuşturmaya çalışan güleç yüzlü, yaşı biraz geçkince de olsa, yaşlılık emaresi göstermeyen, misafirlerine ikramda eksik olmasın diye bir genç kız gibi oradan oraya koşuşturan bu kadın, Nihat'ın annesi Elif Hanım'dan başkası değildi.
     Esra dayanamadı, seslendi. "Elif Anne ya. Gel otur şuraya," dedi sevecen bir ses tonuyla. "Geldiğimizden beri bir oraya bir buraya koşuşturup duruyorsun. Bir yüzünü göreyim ne olur. Bırak, kızlar ilgilenir ocakla." Esra, çocukluğundan beri gelen bir alışkanlıkla, Elif Hanım'a hep 'Elif Anne' diye hitabederdi. Çocukluk dönemi geçip bu yaşlara geldiğinde, bir ara bundan vazgeçecek gibi olmuş ama Elif Hanım'ın üzüldüğünü görüp, kalbini kırmamak için hâlâ bu alışkanlığını devam ettiriyordu. Hemen yanında oturmakta olan Gökhan'dan tarafa dönen Esra, onun bu tarz konuşmalardan hoşlanmadığını farkedince lâfı değiştirmek istemiş, tam da o sırada elinde meyve tabakları ile onlardan tarafa gelen Ramazan Kahya'nın kızı Şükran'ı görünce ayağa kalkıp, elinden tabağı alarak durumu kurtarmıştı. "Hah! Ver ablacığım ver," dedi ona neşeyle. "Vallahi çoktandır dalından kopmuş taze meyve yememiştim. Şehirde her şey hormonlu cancağazım. Doğru dürüst meyve bile yiyemiyoruz." Biraz önce Elif Hanım'a 'Elif Anne' demesine içten içe kızan Gökhan, hıncını alacak bir yerinden yakalamıştı Esra'yı. Alay eder gibiydi şimdi. "Tabi, tabi... Haspam gıda mühendisi çıkacak ya bu sene. Yediğimize içtiğimize de karışır artık, yandık ki ne yandık. İyi incele, bak bakalım GDO'lu mu bu meyveler acaba?" Elif Hanım, hemen Esra'yı savunmaya geçmişti. "Aa oğlum, bırak kızımı da konuşsun azcık," dedi yüzüne gülümseyerek. "Ne de olsa koskoca mühendis çıkacak." deyince Gökhan içinden, 'otun bokun da mühendisi mi olurmuş' diye geçirirken, okuduğu okulun tıp fakültesinden sayılmadığı aklına geliverdi, canı sıkıldı. Ona da köy yerinde, veteriner yerine 'baytar' diyeceklerdi. Tam bu sırada Elif Hanım, isteyerek olmamıştı ama o saf kalpliliğiyle, "Gökhan'ım, senin baytarlık işi nasıl gidiyor, memnun musun bakalım okulundan?" diye sorunca, Esra'yı tutabilene aşkolsun. Şimdi gülme krizine girmiş, karnını tuta tuta gülüyor... Gülerken eğilmekten, başı neredeyse masanın altına giriyordu. Onun mesleğini yeri geldikçe eleştiren Gökhan'a Elif Hanım'ın söylediği bu cümle, kapak olmuştu. Esra'nın bu hali Gökhan'ı sinirlendirse de, 'bu bana müstahak, ben onun okulu hakkında böyle düşünürken, Allah Elif Hanım'ı söyletiverdi işte' diye düşünmekten kendini alamıyordu. Elif Hanım, bilmeden kırdığı potun farkına varmış, Gökhan'ın gönlünü almaya çabalıyordu. "Ah be oğlum, benim kusuruma bakmayın siz," diyordu sıkılarak. "Biz köy kadınıyız, ne anlarız okumaktan."
     Gökhan, biraz önce yaşananlardan, Elif Hanım'ın üzüldüğünü görünce durumu kurtarmaya çalıştı. "Yok Elif Abla, ne kusuru?" dedi gönlünü almak istercesine. "Sen de bizim annemiz sayılırsın. Çocukluğumuzda Nihat ile beraber, üçümüze sofralar kurup karnımızı doyurmadın mı bizim? Biz Esra ile böyle şakalaşıyoruz işte... Değil mi Esra?" Nihat'ın adı geçtiğinde Elif Hanım'ın yüzü gölgelenir gibi oldu, hüzünlendi. Kırışık göz kenarlarında beliriveren bir kaç damla yaş görünmesin diye hafif yan dönüp, başörtüsünün ucu ile sildiğini ikisi de görmüştü de görmemezlikten gelmişlerdi.
     Oğlu askere gideli sekiz ay bitmiş, dokuzuncu ayın içindeydi. Nihat, bir an önce erken gelebilmek için izin hakkını kullanmadığından, bu dokuz ayı gelin Elif Hanım'a sorun siz. Her televizyonu açışında, gazetelerde asker ile ilgili her haberi görüşünde, doğudan bir çatışma haberi duyunca, deyim yerindeyse, dokuz doğuruyordu. Biricik yavrusu, herkeslerden kıskandığı, boncuk gözlü gözbebeği Nihat'ı, kuş uçmaz kervan geçmez, Irak sınırında bir yerlerdeydi. Kaç kere haritaya bakmıştı da yerini bile bulamamıştı o sınır karakolunun. O kadar uzakta mıydı boncuk gözlü yavrusu? Arada sırada, ancak telefonla görüşebiliyorlardı. Geçen hafta görüştüğünde 'operasyona gideceklerini, merak etmemesini, kısmetse yedi ay sonra evde olacağını' söylediğinde bir türlü kendini tutamayıp, hüngür hüngür ağlamıştı. Ağlarken telefonun ucunda Nihat'ın bir müddet konuşamadığını farkedip, onun da boğazına bir şeyler tıkandığını anlayan ana yüreği, bir daha gözyaşlarını içine akıtacak ama canının parçası Nihat'ını üzmemek için ağlamayacaktı.
     Tam bu sırada Gökhan'ın aklına nerden geldiyse Çağla gelmişti. Görünmüyordu etrafta. Soracak oluyor ama Esra yanlış anlar diye ses çıkaramıyordu. Gerçi olmaması, olmasından daha iyiydi. Yoksa Esra ile ikisi birbirlerini yerdi dalaşmaktan. Hah işte... Elif Hanım kurtarmıştı Gökhan'ı meraktan. "Keşke Çağla da olsaydı burada. Birkaç güne kadar geleceğini söylemişti ama..." dediğinde, Esra Gökhan'a gözucuyla bakarak, ortaya sordu. "Nerde ki?" Elif Hanım, elini başına götürerek, 'yaşlılık işte, bende kafa mı kaldı' der gibisinden bir şeyler mırıldandı. "Doğru ya çocuklar, ben size söylemedim di mi?" diye söylenince, Esra ile Gökhan soran gözlerle birbirine bakıştı. "Gitme yavrum dedim ama dinlemedi. Bir arkadaşı ile İstanbul'da ev kiralamışlar, özel bir üniversitede mi ne okuyacaklarmış. Abin askerden gelsin dedim, lâf geçiremedim." deyince, Gökhan kızgınlığını belli edercesine konuştu. "Ah Elif abla, niye bize biraz çıtlatmadın ki?" dedi sitem edermişcesine. "Biz Esra ile onun ağzından girer, burnundan çıkar, erteletirdik okulunu." Esra da Gökhan'ın söylediklerini onaylarcasına konuşunca, kadıncağızın üzüldüğünü görmüşler, hüzünlü ortamı dağıtmak Esra'ya düşmüştü. "Üzülme be annem sen. Düşündüğüne bak. Biz ilgileniriz onunla. Kurda kuşa yem etmeyiz, güven bize. Çağla biraz hoppa falandır ama akıllıdır, merak etme." diyordu ama söylediğine o da inanmıyordu pek. Annesinin belki haberi var belki yok, değiştirdiği sevgililerin haddi hesabı yoktu. En son gözdesi Gökhan'dı. Son günlerde Çağla'nın ona kafayı taktığını bildiğinden, Gökhan'ı sinirden çiğ çiğ yiyeceği geliyordu Esra'nın. Bu günlerde Gökhan'a kızgınlığı, işte bu yüzdendi.
     Gökhan, Çağla'nın hangi okulda okuduğunu soracak ama Esra'dan çekiniyordu. Niye ilgileniyor diye kızıp, bu güzel ortamı bozabilirdi. Ama ne olursa olsun soracaktı. "Elif abla, ne okuyor Çağla?" deyince, Elif Hanım bir an durakladı, "Ah be evladım. Şimdi dur bakalım, söyleyebilecek miyim?" dedi düşünür gibi yaparak. "Uzun bir adı vardı ama... Gazeteci okulu mu? Öyle bir şey işte." Esra, Gökhan'a ters ters bakarak, Elif Hanım'ın söylediklerini tercüme etti... "Basın Yayın Gazetecilik Yüksek Okulu." Yüzü aydınlandı birden Elif Hanım'ın. "Hah tamam işte, ondan kızım." dediğinde Esra da, Elif Hanım görmeden Gökhan'a bakıp dudak büktü okuduğu bölüme. Ona göre kıytırık bir bölümdü.
     O sırada, yazları Elif Hanım'ın bahçeye paralel çektirdiği ve devasa dut ağacına çiviyle tutturduğu telefon, bilindik o melodi ile çalmaya başlayınca, Gökhan içinden bir 'oh' çekti. Esra'nın şerrinden kurtulmuştu. Üçü de birbirine baktı. Kimdi arayan acaba? Elif Hanım sevinçle fırladı masadan, "Nihat'ımdır bu benim!" diyerek. Analara malûm olurmuş derler... Dediği gibi Nihat'tı arayan...
     "Annem..."
     "Boncuk gözlü yavrum."
     Günlerden pazardı ve sabahtan beri bütün karakoldaki herkes yakınlarını aramış, kontörlü telefonun yanında kuyruk falan kalmamıştı. Nihat'a ancak sıra gelmişti. Annesi konuştukça konuşuyor, lâfı uzatıyordu. Ana oğul hasret giderdiğinden, Esra ve Gökhan da sıranın kendilerine gelmesini sabırla bekliyordu ama boşuna. Elif Hanım doymamıştı oğluna. Ordan buradan anlatıyor, söz bitmiyordu. Konuşmalardan, Nihat'ın telefonu kapamak üzere olduğunu anladı Gökhan, sanırım kontürü bitiyordu. Hemen koşarak Elif Hanım'ın şaşkın bakışları altında, elinden telefonu hızla çekip aldı, "Hoop alo Nihat, ben Gökhan," dedi hızlıca. "Sakın telefonu kapama. Sen şu ankesörlü telefonun numarasını ver bakayım. Çabuk ama... Herhalde kartında kontör bitiyor." Annesi ile konuşurken, birden Gökhan'ın sesini duyması, Nihat'ı şoke etmişti. Şaşkınlıktan kekeledi. "Sen... Sen, Nihat? Alo, Nihat sen misin? Şeyy, Esra..."
     "Ya, Nihat uzatma işte... Söyle şu numarayı."
     Nihat'ın bulunduğu yerin telefonun numarasını alan Gökhan telefonu kapayıp, tekrar o numaradan arayarak, bir müddet hal hatır sorduktan sonra telefonu Esra'ya vermiş. Esra da aynı Elif Hanım gibi lâfı uzattıkça uzatıyordu. Nihat'ın annesinin, telefonun başında nasıl sabırsızlıkla beklediğini gören Gökhan, ahizeyi bir Esra'dan alıp Elif Hanım'a veriyor, o da uzattıkça Elif Hanım'dan alıp Esra'ya veriyordu.
     Bir saate yakın sürmüştü dertleşmeleri. Üçü de bol bol konuşmuş, Elif Hanım'ın "Hay Allah razı olsun senden Gökhan'ım. Bu hiç aklıma gelmemişti. Keşke şimdiye kadar akıl etseydik. Bak ne güzel, bol bol konuştuk." deyişi, ardından da Gökhan'ın sırtını öz oğlunu sever gibi bir sıvazlayışı vardı ki görülmeye değerdi. Bu çareyi bulduğu iyi olmuştu. Yoksa dağ başında Nihat o kadar kontürü nerden bulup da böyle bol bol konuşacaklardı? Elif Hanım'ın yüzüne renk gelmiş, oğlunun sağlıklı haberini aldığından beri bülbül gibi şakıyor, "Vallahi bırakmam sizi," diyordu da başka bir şey demiyordu. "Bu gece misafirimsiniz. Esra'nın annesine telefon eder izin alırım." deyip Gökhan'a döndü. "Senin de babanı arayayım mı?" deyince, Gökhan gülümsedi ve "Helal olsun Elif abla ya," dedi şaka yollu. "Sen de benle kafa buluyorsun ya Esra'nın yanında, pes yani. Babam, eve gelmediği için çok da merak eder ya... Ne demezsin."
     "Öyle deme oğlum, baban o senin. Tabii merak eder."

3 GEN'çHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin