Bursa Terminali'ne indiğinde, öğlene daha vardı. Annesi ile birkaç kere teyzesini ziyarete geldiklerinden, Bursa'nın pek yabancısı sayılmazdı. Ama ne de olsa, büyük şehirde bir yerden bir yere gitmek, başlı başına bir sorundu. Kafasında bu düşüncelerle, yeşil renkli terminal otobüslerinden, teyzesinin oturduğu semt istikametine giden 98'e binip, öndeki tekli koltuklardan birine oturdu. Her büyük şehrin derdi olan, altyapı ve ulaşım çalışmalarından allak bullak trafik içinde kaplumbağa hızı ile giderken, uzun zamandır gelmediği bu yemyeşil şehrin görüntüsünü, içine sindire sindire seyrediyordu.
Biraz sonra otobüsten inmiş, Uludağ eteklerine doğru döne döne çıkan, tarih kokan, ara sokaklarda yaya ilerliyordu. İşte Asiye teyzesinin babasından miras kalan, ikide bir değişen şehir plânlarıyla yıkılması gündeme gelen, ama sit alanı kapsamına girdiği için şimdilik paçayı yırtmış görünen, ahşap, iki katlı evi karşıda belirmişti. O eski adetleri hâlâ sürdüren mahallelerden biri olduğundan, teyzesinin gündüzleri kilitlemeye lüzum görmediği tahta kapının ipini çekerek, hafifçe itip içeri girdiğinde, daha yerlerin yeni ıslanıp, çalı süpürgesi ile süpürülen avludan yükselen, tanımlayamadığı ama sanki çok bildik gelen o havayı ve nemli toprak kokusunu derin derin içine çekti. Aynı köydeki evlerinin bahçesi gibi ıslak toprak kokuyordu.
Avludaki ahşap bir masanın kırık ayağını yerine çivilemeye uğraşan eniştesi, aniden dış kapıdan içeri giren bu zayıf, çelimsiz kızı görünce, eniştesinin onu tanıyamadığını anlayan Şebnem yaklaşıp, "Enişte benim, Şebnem..." dediğinde, adam hoşnutsuzluğunu belli eder bir şekilde kıpırdadı ve yüzü asıldı. Ardından da hiçbir şey demeden, direkteki çiviye asılı olan, dirsekleri yıpranmış montunu koluna alarak, onun yüzüne bile bakmadan içeri doğru seslenerek, "Asiye ben kahveye gidiyorum." deyip, dışarı çıktı. Eniştesinin bu haline bir türlü anlam veremeyen Şebnem, kapıdan yavaşça içeri girdi. Cam kenarındaki hasta yatağında yatmakta olan teyzesi, onu görünce doğrulmak için şöyle bir hamle yaptıysa da kalkmasına fırsat vermeden, ona doğru koşarak boynuna sıkı sıkı sarıldı. Teyzesinin sıkıntılı halinden ve eniştesinin 'hoşgeldin' bile demeden kapıyı vurup gitmesinden, kötü bir şeyler olduğunu anlamıştı.
"Şebnem kızım, sen misin?"
Yüzüne neşeli bir ifade takındı Şebnem. "Evet teyze benim. Çok mu değişmişim, tanıyamadın" dediğinde, teyzesinin sıkıntılı hali devam ediyordu. "Bak kızım biliyorsun bizim sakin bir yaşantımız var. Dün buraya birileri..." derken sözünü kesti onun. Şebnem olanları az çok anlamıştı. "Teyze, kendini yorma sakın, ben anladım. Sizi zora sokmam, giderim." deyince, onun bu sözleri duyan kadıncağız, gözünden süzülen yaşlar gözükmesin diye, hafifçe yan dönerek, "A benim güzelim, a benim çapar kızım! O baban olacak namussuz, ırz düşmanı mı alıştırdı seni bu kapkaç işine?" diye söylendi içini boşaltırcasına. Şebnem, 'ne kapkaçı teyze' diyecekti ki eve gelen polislerin, 'onu kapkaç suçundan aradıklarını, araştırıp başka akrabasının olmadığını bildiklerinden, buraya geleceğini tahmin ettiklerini, o yüzden, geldiğinde hemen karakola bilgi vermeleri gerektiğini söyleyip gittiklerini' teyzesi bir solukta anlatınca, eniştesinin onun yüzüne bile bakmadan niye çekip gittiğini şimdi daha iyi anlıyordu. Çok sevdiği teyzesinin huzurunu daha fazla bozmak istemediğinden onun, "Birkaç gün saklanıp, dinlendikten sonra gidersin." demesine rağmen, helâlleşip ayrıldı. Anlaşılan burada kalması hem onun hem teyzesinin kötülüğüne olacaktı.
Biraz sonra, bir dolu düşünceyle tembel tembel Tophane yokuşunu tırmanırken, karışık düşünceler ile bir müddet ne yapacağını bilemedi. Demek ki onu soruşturan bu esrarengiz kişiler, Şebnem'in onları açığa çıkaracağından korkuyorlardı. Onu ta buralara kadar takip edip, uyduruk bir kapkaç suçlaması ile aramaya başladıklarına göre, ortada büyük bir sır vardı anlaşılan. Tophane sırtlarından Bursa'yı kuşbakışı gören bir bankta otururken, köşedeki bayiden aldığı yerel gazetenin ilk sayfasına bakınca, yüzü allak bullak oldu. Birkaç gündür, Türkiye bu haberle yatıp kalkıyormuş da haberi yokmuş. Elinde olmadan içinden bir ürperti geçti.
(Sol elini istem dışı ile yüzüne götürdü. Hafif bir şekilde sıvazladıktan sonra, yavaşça çenesini tutuyordu şimdi.)
Kimsenin bir şey bilmediği, üzerinde çeşit çeşit yorumların, spekülasyonların yaptığı bu korkunç kazanın tek tanığı Şebnem, o olayın plânlı ve korkunç bir cinayet olduğunu artık iyice anlamıştı. Ama bu kazanın adi bir cinayet olduğunu sadece o biliyordu. İşin kötü tarafı ise kaza süsü verilmiş bu cinayeti gerçekleştiren katiller, onun anladığı kadarıyla devletin o kadar içindeydiler ki rahatlıkla polisten bile yararlanıyorlardı. Bundan sonra çok dikkatli olmak zorundaydı. Çünkü peşindeki katilden başka, şimdi polisler de vardı. Sözüm ona, onu kapkaç suçundan arıyorlardı.
Derin derin Uludağ havasını ciğerlerine doldurdu bir güzel. Şimdi paniklemeden sakince düşünmeliydi. İstanbul'a gitmeyi bir süre daha erteleyip, kendine Bursa'da bir yaşam kurmalıydı. Bundan sonra teyzesi ile görüşmezse, polis kendisini nasıl olsa bulamazdı. Kimliği de sahteydi zaten. Polis onu, eski ismi olan Şebnem Gökçen olarak arıyordu. Görüntüsü de tamamen değişmişti. Çok sevdiği Asiye teyzesi bile onu görünce tanıyamamış, sadece ses tonundan çıkarabilmişti. Demek ki dikkatli olduğu sürece, tehlike yoktu. 'Kimlik' deyince, birden aklına geldi ve kendi kendine gülümsedi. Çünkü doğru dürüst yeni kimlik bilgilerini bile bilmiyordu. Değil kimlik bilgilerini, kendi sahte adını dahi bilmiyordu. Ayrıca, bu yeni ismine iyice alışmalıydı. Elini montunun cebine atıp, cüzdanından yeni kimliğini çıkardı... Selin Beydağlı. Tamam, bugünden tezi yok, bu kimlik bilgilerini hemen ezberlemeliydi ki herhangi bir yerde açık vermesin.
Şimdi ağır ağır Bursa'nın merkezine doğru ilerlerken, düşünüyordu. Önce çalışabileceği uygun bir iş, kalabileceği güvenilir bir ev bulmalıydı. Çalışkan bir kız olduğundan, iş konusunda bir sıkıntı çekmeyeceğini biliyordu. Kafeteryaların bol olduğu Altıparmak Caddesi'ne doğru giderken, otobüs durağında 'kız öğrenciye pansiyon şeklinde, ucuz kiralık evler' şeklinde ilânı görünce, "İş nasıl olsa bulurum, biraz param da var, önce ev işini halletmeliyim." diyerek, o adrese yöneldi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ADIM SARI AÇIK SARI
General FictionBu kitapta anlatılanlar tamamen hayal ürünü olup, Türkiye'nin 90'lı yıllarda içinden geçtiği, kaos ortamının kurgulanmış halidir. Anlatılanların; gerçeklerle, bahsedilen olaylarla ve kişilerle, uzaktan yakından hiçbir bağlantısı yoktur. Romanda geçe...